“Zayıf bir devlet, despotik bir iktidardan
daha fazla demokrasiye
zarar verir.”
Vladimir Putin
Vladimir Putin'in devlet başkanı seçildikten sonra
uluslararası arenada Rusya Federasyonunun etkisini artırmaya yönelik adımlar
atmıştır. Putin, 7 Mayıs 2000'de yemin ederek ilk "devlet başkanlığı"
görevine başlamıştır. 15 yıl içerisinde, Yeltsin dönemine göre artık tamamen
farklı bir Rusya vardır.
Bir yandan
devletin yeniden örgütlenmesi sürecinde daha fazla mesafe alınmış, öte yandan
ekonomik çöküntüden kurtulan devlet daha etkin bir dış politika
izleyebilmiştir. Orta Asya ülkeleri dikkatlice takip edilmiştir. Putin’in
devlet başkanı yeminini ettikten hemen sonra Türkmenistan ile Özbekistan’ı
ziyaret etmesi (Mayıs 2000), onun bölgeye ne kadar büyük önem verdiğini
göstermektedir. Önceliği Avrupa'ya verse de bir önceki dönemde olduğu gibi
Putin Yönetimi içinde dış politikada belirleyici olan ABD olmuştur.
Rusya'nın ulusal çıkarlarına bakıldığında ;
• Rusya’nın
temel önceliği; (uluslararası) terörizm, doğal ve endüstriyel kaynaklı
felaketler ve savaş zamanı meydana gelen askeri operasyonlardan korunmaktır.
• Ekonomik
gelişmeleri hızlandırmak ve yaşam standartlarını iyileştirmektir.
• Rusya
Federasyonu’nun egemenliğini, toprak bütünlüğünü korumak ve
güçlendirmek, anayasal sistemin temelini güçlendirmektir.
• Rusya’nın
uluslararası arenada pozisyonunu güçlendirmektir.
• Özellikle
BDT’ye üye olan ülkeler ile karşılıklı ilişkilerin geliştirilmesidir.
• Uluslararası
terörizm ile mücadelede, BDT Ortak Güvenlik Anlaşması çerçevesinde;
askeri-politik alanlarda işbirliği yapılmasıdır. İ
• Politik,
dini ve etnik ayrılıkçılara yardım ve bağışlara sebep olan durumlar
giderilmelidir.
Rusya’nın tekrar büyük güç olmasını arzulayan Putin’e
göre bu ancak güçlü bir devletin yeniden tesisi, hızlı ekonomik büyüme ve
ordunun modernleştirilmesi ile mümkündür. Son hedefin
gerçekleştirilmesinde ciddi engeller vardır.
Putin’in iktidara gelişiyle birlikte, devletin yeniden
tanımlanması ile toplumdaki kimlik bunalımı arasındaki farklılaşmanın
giderilmeye çalışıldığı gözlemlenmektedir. Toplumsal uzlaşıyı cesaretlendirmek
amacıyla ılımlı bir muhafazakarlık anlayışının devlet düzeyinde geliştirildiğini
ve yerleştirildiğini, hatta bazı yazarlara göre “kadife otoritercilik”
yaklaşımının devlet-toplum arasındaki ilişkilere uyarlandığını ve devlet-dışı
ve merkez dışındaki aktörlerin etki alanlarının sınırlandırıldığını ya da
yeniden tanımlandığını, Putin döneminde görmekteyiz.
Rusya’nın elinde nükleer stratejik ve konvansiyonel
olmak üzere hala dev bir askeri aygıt vardır, bu kuvvetlerin 1,2 milyonu
normal, 500.000’i özel birliklerdir. Askeri altyapı, donanım ve eğitim tam
bir çöküş sürecindedir. Askeri tatbikatlar, manevralar ve arazi
eğitimlerinin sayısında ciddi oranda azalma görülmektedir. Hava kuvvetleri
ve deniz kuvvetleri sadece zorunlu hallerde göreve çıkacak durumdadırlar.
Sonuç olarak
Putin’in, 2000 yılından itibaren üst üste iki kez üstlendiği
başkanlık görevi boyunca Rus dış politikasında çok büyük değişimler
yaşanmıştır. Öncelikle Putin, ülke çıkarı gereği hangi devlet ile nasıl
ilişki kurması gerektiğine içinde bulunduğu konjonktüre göre karar
vermiştir. Putin, Rusya’nın önünde bulunan jeopolitik seçeneklerin
tahlilini yapmıştır ve Batı ile yaşadığı yakınlıktan beklediklerini elde
edemeyip, ABD’nin Orta Asya’da kalıcı olarak var olması tehlikesi belirince,
“arka bahçe”si olan Avrasya’ya yönelmiştir. Bugün Rusya, Putin ile birlikte
ABD’nin sistemde tek egemen güç konumda olmasına karşı gelmekte ve çok
kutuplu bir sistemin oluşturulması gerektiği fikrini beyan etmektedir.
Dolayısıyla Rusya, Putin ile birlikte aktif siyasete dönmüştür.
ŞEYDA ADIGÜZEL
GİRESUN ÜNİVERSİTESİ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder