20 Aralık 2017 Çarşamba

ORTADOĞU-ARAP BAHARI\ANALİZ\ MUHAMMED DUYMAZ

ORTADOĞU VE ARAP BAHARI
Fas, Tunus, Cezayir, Libya, Somali, Etiyopya, Sudan ve Mısır'dan başlayarak doğuda Umman Körfezine kadar uzanan ve Irak, Kuveyt, Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman’ı içine alan kuzeyde Türkiye, Kafkasya ve Orta Asya Türk Cumhuriyetlerini kapsayan ayrıca İran, Afganistan ve Pakistan'ın da dahil edildiği güneyde ise Sudi Arabistan’dan Yemen’e uzanan Arap Yarımadasını çevreleyen ortada Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail ve Filistin’in de yer aldığı coğrafyadır.
Ortadoğu’ya mensup üç din vardır. Bunlar Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam’dır.  İlk olarak gönderilen kitap Tevrat olup buna inananlar Yahudilik dinine mensuptur. İlk ortaya çıkmış orta doğuda hâkim olmuş dindir. Yahudiler Roma imparatorluğuna 

MUHAMMED DUYMAZ

karşı ayaklanmış daha sonra Roma imparatorluğu tarafından sürgüne sevk edilmiştir. Büyük bir kısmı Filistin’den çıkarılarak dünyanın dört bir yanına dağıtılmıştır. Bu sürgün olayı 'Diaspora' olarak adlandırılır.
 Büyük dinlerin Ortadoğu’da doğması ve hepsinin kutsal mekânı olan Kudüs, dinler tarafından paylaşılamadığı ve geçmişten günümüze savaşlara neden olduğunu görmek mümkündür.
Bu dinler dünyayı nasıl etkiledi? özellikle İslam dinini yayma politikası altında savaşlar yapmış ve bunu en iyi Osmanlı İmparatorluğu başarmıştır.
Osmanlı dünyanın dört bir yanına İslam dinini yaymış elde ettiği topraklarda kültürünü ve dinini yerleştirmiştir.Hıristiyanlık dini  Avrupa da  etkili olmuş Ortadoğu’ya yapmış olduğu işgallerde insanların bu dine girmesi için zorlamıştır. Dünyayı etkileyen en büyük aktörlerden olan Din tarihte insanların birbirine zorla empoze etmeye çalıştığı bir araç olmuştur. Orta doğudaki bu kutsallık bu dinler arasında mücadeleyi yanında getirmiştir. Günümüzde Kudüs Müslümanların elinde olsa bile Yahudi kökenli İsrail tarafından işgal altındadır. Bunun nedeni de geçmişten bu yana gelen Kudüs’ün kutsal olmasından kaynaklanmaktadır.
ARAP BAHARI
 Tunus’ta ilk protesto dalgası 17 Aralık 2010 tarihinde yapıldı fakat hedefte Devlet başkanı Bin Ali'nin iktidardan uzaklaştırılma fikri yoktu. Daha sonra bir kadın polis tarafından tokatlanıp aşağılanmasını protesto etmek için kendisini yakan Muhammed adında bir gencin kendisini yakmasıyla başlayan sonra halkın gence destek vermek için ve ülkedeki işsizlik, yolsuzluk gibi nedenlerden dolayı protestoları ile devam eden daha sonra diğer Ortadoğu ülkelerine de sıçrayan halkın ayaklanması ve demokrasi hareketi de diyebileceğimiz kanlı ve saldırgan bir tutumla devam eden Arap baharı olayları günümüzde artarak devam etmektedir.
Kuzey Afrika’da bulunan Tunus Mağrip bölgesinin en küçük kıyı ülkesidir. Batıda Cezayir, Güneydoğuda, Libya, Doğuda ve Kuzeyde Akdeniz ile çevrilidir.
 Bin Ali dönemi protestoların 10 yıl öncesine kadar ekonominin iyi durumda olduğu dönemdir.
Tunus’un idari yapısı tek adam rejimi olarak uygulanmakla beraber etrafındaki ülkelere nazaran insanların refahta olduğu daha sonra ise Bin Ali’nin giderek düşen yönetim grafiği ile işsizlik yolsuzluk ve bunu gibi birçok nedenlerden dolayı halkın yıllarca dolu hale gelip bir kıvılcımla başlayan ayaklanma neticesinde Bin Ali’nin iktidardan indirip demokrasi adımı atılan ilk Arap ülkesi oldu.
Bu süreç içerisinde halkın sosyal medyayı kullanması, sivil toplum örgütlerinin iyi organize olması gibi faktörler de büyük etkiye sahip olmuştur. Sivil toplum örgütlerine ABD' destek vermiştir ve Bin Ali dış politikada yalnız kalmıştır. En önemlisi ordunun Bin Ali’den değil halktan yana olması Libya ve Suriye’deki gibi kanlı çatışmaların olmamasında büyük öneme sahiptir.
Tunus’taki bu olaylar kaşsısında ABD nasıl bir tutum sergiledi?
ABD, Bin Ali’yi darbe yaparak iktidarı eline geçirmesinden itibaren 23 yıllık iktidar sürecinde desteklemiştir. Bin Ali, ABD ve AB'nin ekonomik, siyasi ve askeri alanlarda yardımlarını almış ve bu şekilde ayakta kalmıştır. Binali hükümeti ABD ve AB’nin ekonomik, stratejik ve siyasi çıkarlarını temin etmek için güvenilir bir müttefiktir.  Daha sonra ne oldu?
Halkın ayaklanması ve ABD'nin halkın yanına geçmesi olağan oldu çünkü ordu halkın yanındaydı ve ABD ilk olarak halka yardım etmeyi el altından örgütlenmeyi sağlayarak kendisinin halkın demokratikleşme sürecine saygı duyduğunu göstermeye çalıştı.
Bin Ali hükümetinin en yakın müttefiki Fransa bile ayaklanmalara destek vermiş halkı tarafına çekmeye çalışmıştır. Bin Ali sonrası süreçte Tunusluların kararlılığı ülkede kökten değişimin sinyallerini verdi. Geçici hükümet krizi ile başlayan süreç tüm eski parti üyelerinin siyasetten men edilmesi ile sonuçlandı.23 Ekim 2011'de gerçekleştirilen kurucu meclis seçimi demokratik dönüşüm ve diğer unsurlar için çok önemliydi.

 Arap Baharı Ve Mısır
Mısır konum itibarıyla stratejik olarak çok önemli bir noktada olup Akdeniz’in kıyısında bulunan kuzey Afrika ülkesidir. Süveyş kanalına sahip olması ve Akdeniz kıyısında olması bu ülkeyi stratejik alanda dış güçlerin hedefi haline getirdi.
Hüsnü Mübarek yönetimi halkın refahını sağlamak için çalışmalar yapmış ülkenin kurum kuruluşlarını millileştirilmiş yaptığı çalışmalarda başarılı olduğu halde son dönemlerinde ülkenin refahının çökmesi işsizlik oranın artması yavaş yavaş Hüsnü Mübarek yönetiminin sonunu hazırlamıştır. Mısır'da rejime karşı ayaklanmalar Kahire’nin Tahrir meydanında başlamıştır. Ordu içinden darbe yaparak iktidara gelen Hüsnü Mübarek kendisinden sonra oğlunu iktidara geçirmek istemesi ordunun desteğini alamamasını sağlamıştır. Ordu’nun halkın yanında olmasından dolayı Hüsnü Mübarek yönetimden inmek zorunda kalmıştır.
 ABD’nin Mısır tutumu Mısır ABD’nin stratejik ortak olarak, ABD için Ortadoğu bölgesinde son derece önemli bunların nedenlerini kısaca söyleyecek olursak. Batıya petrol nakliyatı için son derce önemli olan Süveyş kanalının koruyucusu rolündedir. İran’a karşı bir denge unsurudur. İsrail’i tanıyan ve 1979 Kahire antlaşması ile İsrail’in bekası için önemli rol oynamakta olan bir Arap ülkesidir. Arap dünyasında liderliği nedeni ile onlara etki edebilen bir konumdadır.
ABD Hüsnü Mübarek den memnun olmasına rağmen yaşlanması ve ileriye dönük planlarının içerisinde bulunamayacağını bildiği için desteğinden mahrum bırakmaya başlamıştır. ABD devlet başkanı Mübarek ile görüştükten sonra Mübarek’in süresi dolduktan sonra çekilmesi hususunda açıklama yapmış bir nevi Mübareğe desteğinin bittiğini belirtmiş olmaktadır. Peki Hüsnü Mübarek sonrası yaşanan gelişmeler neler oldu?
Hüsnü Mübarek sonrası olan gelişmeler silahlı kuvvetler Mübarek'i halkın gölgesine sığınarak yaptığı darbe ile devirmekle başkanlığın saltanat haline dönüşmesini önlemiş ve geleneksel olarak kendi menfaatlerine uygun düşen başkanın seçilmesinde askerin rol alması yolunu muhafaza etmişlerdir.
19 Mart 2011 de anayasa değişikliği için referanduma gidildi. Anayasa değişikliği için halkın çoğunluğu evet oyu verdi. Sonuç olarak Tunus'tan esinlenen Mısır ayaklanması 18 gün gibi kısa bir süre içerisinde Devlet Başkanı Mübarek'in görevi bırakmasıyla sonuçlandı. Askeri yapının her ne kadar yönetimi sivil görüşlü yönetime bırakmış gibi olsa da aslında müdahale edebileceği yapıyı oluşturmuş oldu. İşsizlik ve insanların refah seviyesinin halen aşağıda olması ve müdahale etmek adına bir şey yapılmamış olması 18-20 Kasım 2011 tarihinde yeniden protestolara neden olmuş askeri yapının yönetimi tamamen sivil yönetime bırakması gerektiği istenmiştir. Bu durum Mısır’da suların durulmadığını ilerleyen süreçlerde devam edeceğini göstermektedir.
Libya'da Arap Baharı
Libya Akdeniz kıyısında, doğusunda Mısır batısında Cezayir ve Tunus, güneyinde Nijer ve Çad, güneydoğusunda Sudan ile komşu olan bir Kuzey Afrika ülkesidir. Libya dünyanın en kaliteli petrollerine sahip ülkesi olup Fransa ve ABD başta olmak üzere emperyalist devletlerin hedefi altında olan başka bir ülkedir.
Muammer Kaddafi'nin devlet başkanlığını yaptığı Libya yönetimi başlangıçta Libya halkının refahı için çaba harcadığı görülmektedir. Libya petrollerinin üzerinde büyük paya sahip olan yabancı şirketleri zorlayıp hisselerin büyük kısmını devralmış petrolü millileştirerek gelirlerin büyük kısmının ülkede kalmasını sağlamıştır. Elde ettiği petrol gelirleri ile okullar, evler, hastaneler yaparak halkın hizmetine sunmuştur. Libya’da milli gelir 2010 yılında kişi başına 14 bin dolara ulaştığı görülmektedir. Ancak Kaddafi her ne kadar bunları yapmış olsa da petrol gelirlerinin büyük çoğunluğunu kendisi ve yakın çevresinin üzerine alarak baskıcı ve despotik bir rejim uygulamaya başladı. Her türlü muhalefeti baskı ve işkence ile yok etme politikasına gitmiştir. Ajanları Avrupa’da muhaliflere suikastlar düzenlemiş güney komşusu Çad'da kargaşa yaratmaya çalışmıştır.
Libya'da halk ayaklanmasının Mısır ve Tunus’taki gibi amaçların aynı olmasına rağmen olaylara müdahale ve yönetimin davranışları farklı olmuştur. Olayların küçük çapta başlaması üzerine hükümetin sağ duyulu hareketi olayların yatışmasına yardımcı olmuştur. Kaddafi güvenlik güçlerine müdahalede bulunmamalarını söylemişti.14 Ocak 2011 de olayların başlamasından önce Kaddafi Tunus ve Mısır da yaşanan olaylardan üzüntü duyduğunu açıklamıştı.
Diğer yandan Libya sokaklarında huzursuzluk başlamış bazı yazarların internet üzerinden protesto çağrıları olmuştur. Daha sonra yazarların tutuklanması halkın ayaklanmasına neden olmuştur.14 Şubat 2011'de başlayan ayaklanmalara karşı Kaddafi'nin halkın isteklerini göz ardı ederek silahlı müdahalede bulunması katliam olarak dünyaya duyuruldu. ABD ve Avrupa halkın ayaklanmasına destek verirdiler.
ABD ve Kaddafi yönetimi arası uzun yıllar sorunlu bir şekilde ilerlerken 2003 yılında iyileşmeye başlamış ve Libya’nın zengin petrol kaynaklarını Avrupa’ya kaptırmak istemeyen ABD petrol şirketleri 2005 yılında ABD-Libya yatırım ortaklığı kurarak Libya pazarına girdi. Aranın iyileşmiş olmasına rağmen Libya’nın karışması ABD için bir fırsat olmuş ve Libya’ya askeri müdahale ederek Kaddafi’nin karşısında durmuştur. Ayrıca Kaddafi’nin olduğu iddia edilen 150 milyar dolar ABD ve İngiltere tarafından dondurulmuştur. ABD halkın yanında olduğunu söylemekle kalmayıp içeriye askeri müdahalelerde bulundu zararının 2 milyar dolar olduğunu ve gerekli paranın Kaddafi’nin ABD de bulunan 30 milyar dolardan tahsis edeceğini söylemiş yalnız kalan paranın akıbeti belli değildir.
 ABD Libya’daki yaşanan olaylar karşısında tek başına hareket etmediği BM ve NATO ile beraber hareket etmeye çalıştığı görüldü. Tam tersine Fransa ise tek başına müdahale etmek istemesine rağmen Türkiye'nin işin NATO'ya bırakılmasını istemesi Fransa’yı rahatsız etmiştir. ABD’nin özellikle Rusya ve Çini ikna etmesi ABD için önemliydi. Fransa Kaddafi karşısında hava saldırısı düzenleyerek halkın gönlünü kazanmış görünmekteydi. Geçmiş zamanda Fransa’nın Kaddafi döneminde aldığı petrol Çin’in aldığından daha aşağı olması Fransa’nın bu tutumlarını açıklamaktadır.
 Kaddafi NATO tarafından etkisiz hale getirilip yeni bir yönetim kurulması sonrasında yeni yönetimin ABD ve Avrupa’nın petrol dağılımı konusunda görüşmeler olmayacağını zaten verileceğini ama Çin ve Rusya gibi devletlerle görüşmeler yapacağını söylemesi ABD ve Avrupalı devletlerin amacının gerçekleştiğini göstermektedir. NATO’nun Kaddafi müdahalesi savunma amaçlı kurulmuş bu örgütün amacının dışına çıktığını göstermektedir.

KAYNAKLAR:
ORSAM
ARAB BAHARI VE TÜRKİYE (Doç.Dr.Celalettin YAVUZ-Dr. Serdar ERDURMAZ)
ORTADOĞU (Tayyar ARI)

BİLGESAM

Muhammed DUYMAZ
GİRESUN ÜNİVERSİTESİ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ
GİSAT YÖNETİM KURULU ÜYESİ

6 Aralık 2017 Çarşamba

DAİMİ TARAFSIZ TÜRKMENİSTAN VE ABD İLİŞKİSİ\YASEMİN AYDIN

DAİMİ TARAFSIZ TÜRKMENİSTAN VE ABD İLİŞKİSİ
27 Ekim 1991’de bağımsızlığına kavuşan Türkmenistan güneyde İran güneydoğu da Afganistan, kuzeydoğu da Özbekistan, kuzeyde Kazakistan ve batı da Hazar Denizi ile sınırdır. Türkmenistan Cumhuriyeti 5,663 milyon nüfusa sahip ve başkenti Aşkabat’tır. Beş eyaletten oluşmaktadır. Bunlar; Balkan, Aşkabat (Ahal), Merv (Marı), Çarju ve Taşauz’dur. Türkmenistan biri çöl biri Vaha bölgesi olmak üzere iki bölgeden oluşmaktadır. Vaha Bölgesi; Kopet Dağı etekleri, Murgob, Orta ve aşağı Amu Derya (Ceyhun) başta olmak üzere başlıca Vahaları teşkil eder. Coğrafi sebeplerden dolayısıyla ülkede akarsuların sayısı oldukça azdır.
            


YASEMİN AYDIN

Türkmenistan, Asya’nın iç kesimlerinde yer aldığı için tam bir kara iklimine sahiptir. Genellikle yazları sıcak ve kuru geçer, gece ve gündüz arasında büyük ısı farklılıkları görülür. Kış ayları kısa ve soğuktur. Türkmenistan yağış yönünden oldukça fakir bir ülkedir. Yağışların en çok olduğu ay Mayıs ayıdır. Tarımsal gelişim açısından Türkmenistan Özbekistan’dan sonra Orta Asya Cumhuriyetleri içinde en çok pamuk üreten ülkedir. Pamuk üretiminin dışında kavun, karpuz ve üzüm bol miktarda yetiştirilmektedir. Ayrıca buğday, mısır ve tütün yetiştirilen Türkmenistan’ın bu sahadaki ürünleri ancak kendilerine yetmektedir. Hayvancılık sahasında da oldukça ilerleme göstermektedirler. Koyun, sığır ve Hıristiyanlar için bol miktarda domuz yetiştiriciliği yapılmaktadır.
            Türkmenistan yeraltı kaynakları yönünden oldukça zengin bir ülkedir. Ülkede bol miktarda petrol, doğalgaz, sülfür, mineral tuzlar, kükürt, potasyum, kurşun, krom, iyot ve sodyum sülfat bulunmaktadır. Petrol ve doğalgaz rezervlerinin zenginliği ile gelecekte iyi bir ekonomik seviyeye ulaşacağını söyleyebiliriz. Bu sebeple Türkmenistan enerji sıkıntısı çekmeyen bir ülkedir.
            Türkmenistan 5,663 milyon nüfusa sahip bir ülkedir. Bunun %85 i Türkmen, %5 i Özbek ve % 4 ü Ruslardan oluşmaktadır.
            1884 Rus işgaline kadar Türkmenistan’da eğitim kurumları, mektepler ve medreselerden oluşmaktaydı. Burada eğitim gören başarılı öğrenciler Hive, Buhara, Semerkant’a gider orada eğitimlerini tamamlarlardı. Buradan dönen öğrenciler hem imamlık hem de öğretmenlik yapardı. Eğitim son derece yetersiz seviyede idi.          
Rus işgalinden sonra Rus-Türkmen okulları açılmaya başlanmış fakat hem Ruslaştırma hem Hıristiyanlaştırma hareketlerine karşı bir izlenim olmuştur. O dönemde büyük çalışmalar yapan Gaspıralı İsmail Bey’in açtığı “Usul-i Cedid” mektepleri ve medreselerinin buraya gelmesiyle Türkmenler ilk defa modern eğitim görmeye başlamıştır. 1917 Bolşevik ihtilallerine kadar bu sistemde ilerleyen Türkmenistan, Bolşevik yöneticilerinin Sovyet Cumhuriyetlerinin kurduğu 1924’ten sonra yeni bir eğitim sistemine geçilmiş Gaspıralı İsmail Bey’in açtığı mektepler ve medreseler önemini kaybetmiştir. Hıristiyanlaştırma ve Ruslaştırma (Çarlık Eğitim Sistemi) fikrine göre biraz daha yumuşak olan Sovyet eğitim sistemi uzun yıllar başarılı olmuştur. Bu sistemde cehalete karşı büyük başarı elde edilse de Türkmenler milli kültürlerinde ve dillerinde oldukça büyük gerileme yaşamıştır. Rus kültürü ve dili Türkmenler arasında yayılmıştır. Bunlara rağmen 1989 yılında Türkmenistan’ın resmi dili haline gelen Türkmence hızla gelişmiş ve eğitim ve bilim dili olma yolunda ilerlemiştir ve Türkmenistan’ın bugünkü resmi dili Türkmence’dir.
DAİMİ TARAFSIZLIK STATÜSÜ
Türkmenistan kanunu ve zengin doğal kaynakları bağlamında bölgedeki jeopolitik dengeler açısından önemli bir konuma sahiptir. Türkmenistan, Orta Asya bölgesini, Kafkasya ve Türkiye ile birleştiren bir köprü ve Rusya açısından ise güneye açılan bir koridordur. Ülke bölgesel güçlerin (Rusya, Türkiye,  Çin, İran) tam merkezinde ve “yakın çevresinde” yer almaktadır. Ayrıca Türkmenistan doğalgaz ve petrol rezervleri bakımından Körfez bölgesi ve Rusya’dan sonra dünyada üçüncü sırada yer almaktadır.
Türkmenistan’ın daimi tarafsızlık konusundaki endişesi Türkmenbaşı yönetiminin ülkenin “hassas ve stratejik konumu” nun idaresine dayanmaktadır. Bölgedeki etnik ve bölgesel ihtilaflar güvenliği en çok tehdit eden problemlerden birini oluşturmaktadır. Yapay sınırların zorladığı ve kısmen sosyokültürel dinamikler bağlamında etnik dini ve bölgesel çatışma ve istikrarsızlıklar bölge ülkelerini dış politika stratejileri geliştirmeye zorlamaktadır. Bu bağlamda Türkmenistan’ın izlediği tarafsızlık politikası ülkenin sahip olduğu jeopolitik konumundan dolayı farklı politika uygulamaya itmektedir.
Türkmenbaşı yönetimi, Türkmenistan’ın dış politikasının tarafsızlık prensiplerine dayanacağını ilk defa 10 Temmuz 1992’de Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütünün Finlandiya’nın başkenti Helsinki’de yapılan toplantısında gündeme getirmiştir. AGİT üyeleri başta olmak üzere Rusya Ve Bağlantısızlar Hareketi’nin 20 Ekim 1915’te gerçekleştirdikleri Zirve de Türkmenbaşı 113 üye devletin desteğini almıştır.
12 Aralık 1995 tarihinde, BM’nin kuruluşunun 50. Yıldönümünde 59/80 sayılı kararla, Türkmenistan’ın Daimi Tarafsızlık Statüsü 185 ülkenin oyuyla kabul-edilmiş, ardından da Türkmenistan Meclisi 27 Aralık 1995 tarihli kararıyla, Türkmenistan’ın Daimi Tarafsızlığı Hakkında Türkmenistan’ın Anayasal Kanunu, Türkmenistan’ın İnsan Hakları Uluslararası Yükümlülükleri hakkındaki kararnameyi ve “Daimi Tarafsız Olarak Devletin Dış Politikasının Maksatnamesi”ni kabul etmiştir.  
Türkmenistan bağlamında daimi tarafsızlık statüsü iki açıdan önem taşımaktadır.
1) Türkmenistan Soğuk Savaş Sonrası dönemde dünyada “daimi tarafsızlık” statüsünü benimseyen ilk ve tek ülkedir; dış politikası (tarafsızlık politikası) uluslararası topluluk tarafından desteklenen Türkmenistan’ın bu stratejisi “pozitif veya aktif tarafsızlık” olarak adlandırılmaktadır.
2) Türkmenistan’ın daimi tarafsızlık statüsü tarafsız devletlerden farklı olarak BMGK’nda temsil edilen tüm ülkelerin tüm ülkelerin onayıyla kazanılmıştır.
Türkmenistan’ın tarafsızlık statüsü, ülkenin tarihi, kültürel, etnik ve jeopolitik gerçekleriyle örtüşen “iyi-komşuluk ilişkisi” ve “karşılıklı saygı” prensibine dayalı olması ve bölgenin çağdaş siyasi kazanımlarına katkısı bakımından özgün nitelik taşımaktadır. Dünya da “tarafsızlık” gününü resmi bayram olarak kutlayan tek milletin Türkmenler olduğunu da belirtmek gerekir. Türkmenistan’ın sahip olduğu “daimi tarafsızlık” statüsü, bölgedeki jeopolitik yapının kırınganlığının yanı sıra ülkenin kendi tercihinin bir ürünü olarak da değerlendirilebilir. Bu statü Türkmenistan’a askeri ittifaklara katılmama yükümlülüğünü getirmekle beraber, kendini müdafaa için gerekli askeri birliğe sahip olabilme hakkını da vermektedir. Bu askeri birlik BM tarafından gerek duyulduğu taktirde barış koruma operasyonlarına da katılmaktadır.
            Daimi tarafsız devlet meşru müdafaa durumu haricinde bir savaşa katılamaz. Bu nedenle daimi tarafsız devlet kendi bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumak için kendi silahlı kuvvetlerini oluşturma hakkına sahiptir. Türkmenistan kendine uygun savunma doktrinin ve milletlerarası yükümlülükleri çevresinde kendi bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü koruyabilecek bir ölçüde silahlı kuvvetlerini oluşturmuştur. Herhangi bir askeri saldırı durumunda diğer devletlerden askeri yardım isteme hakkını elde etmiştir. Bunların dışında Türkmenistan, savaş ve savaş dışı zamanlarda yabancı bir devletin silahlı güçlerine veya savaş araçlarına topraklarını kullandırmamakla yükümlüdür.
            Türkmenistan’ın toprakları terörist grupların oluşumunda ve diğer yabancı devletlerin kullanmaları için askeri üs olarak kullanılamaz. Özellikle ABD’nin Afganistan operasyonu bağlamında önemli sonuçlar doğurmuştur. Daimi tarafsızlık statüsünü kabul eden diğer BM üyesi devletlerde Türkmenistan’a karşı herhangi bir silahlı güç kullanmamakla, tehdit etmemekle veya Türkmenistan’daki barışı bozabilecek faaliyette bulunmamakla Türkmenistan’ın iç işlerine karışmamakla ve ülkeyi bir askeri bloka girmeye zorlamamakla yükümlülerdir.
TÜRKMENİSTAN - ABD İLİŞKİSİ
            Amerikan yönetimi Türkmenistan ile 1992 yılının Mart ayında diplomatik ilişki kurmuş ve Aşkabat’ta büyükelçilik açmıştır. ABD, Türkmenistan’da demokrasi ve sivil kültürün yerleşmesi için çeşitli çalışmalar yürütmektedir. Türkmenistan’ın izlediği tarafsızlık politikası ülkenin dış ilişkilerini, enerji konuları hariç diğer alanlarda sınırlamıştır. Türkmenistan’ın dış politikada, özellikle enerji politikasında Amerikan yönetiminin hassasiyetini dikkate almış gerçekçi bir yol izlediğini dile getirmiştir. Kısacası ABD- Türkmenistan ilişkileri daha çok enerji ve doğal kaynaklara yönelik şekillenmiştir.
            ABD’nin Afganistan operasyonu bağlamında önemli sonuçlar doğurmuştur. Orta Asya’daki ülkelerin ulusal çıkarlarını tehdit eden Afganistan’daki iç kargaşa sırasında Aşkabat yönetimi istikrarsızlığa meydan vermeden savaşan taraflarla görüşmelerini sürdürmüştür. Afganistan’ın yeniden yapılandırılması konusunda istek ve kararlılığını her türlü duyurmuş 11 Eylül sonrası dönemde Türkmenistan, ABD’nin Afganistan’da yürüttüğü, operasyonlar için “insani yardım” (humanitarion aid) ve “arabuluculuk” (good offices) gibi araçlarla barışın tesis edilmesi konusunda önemli görevler üstlenmiştir.
            Bu dönemde Türkmenistan’a komşu ülkeler (Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan) Afganistan’daki El-Kaide ve Taliban güçlerine karşı savaş ilan eden Amerikan liderliğindeki koalisyona destek vereceklerini açıklamışlardır. Bu ülkeler Afganistan’daki hareket süresince Amerikan askerlerinin kendi topraklarında konuşlanmasına ve askeri amaçlı hava üslerinin kullanılmasına izin vermişlerdir. Buna karşılık Türkmenistan 1990’lı yıllardan itibaren Afganistan’daki Taliban iktidarı ve diğer muhalifler ile yakın ilişkiler içinde olmuş ve Afganistan’da iç barışın sağlanması amacıyla farklı muhalif gruplar arasında barış görüşmelerine ev sahipliği yapmıştır. Türkmenistan’ın bu tutumu ve insani yardım tutumu hem BM hem de dünyanın birçok ülkesi tarafından memnuniyetle karşılanmıştır.  
             
 
 GİRESUN ÜNİVERSİTESİ 
ULUSLARARASI İLİŞKİLER
GİSAT YÖNETİM KURULU ÜYESİ



     

3 Aralık 2017 Pazar

Yemen’de Savaş Ne Zaman Sona Erecek?\ANALİZ\ÖMERASLAN

Yemen’de Savaş Ne Zaman Sona Erecek?



Yemen'deki Fırtına Orduları Operasyonunun başlamasından iki yıl sonra, Husi militanın ve Ali Abdullah Salih grubunun Yemen'in meşruiyeti ve uluslararası kararları üzerine gerçekleştirdiği darbe sonrasında en sık sorulan soru şu şekilde: Yemen'de savaş ne zaman sona erecek? Bu meşru, doğal ve öngörülebilir bir soru dur. Kimse savaş istemiyor, devam etmesinden bahsetmiyorum. Fakat bu soruyu, meşru, doğal ve öngörülebilir başka bir soru sormadan cevaplamak mümkündür: Savaşın sebepleri sona ermeden savaş sona erebilir mi? Elbette, Savaş'ın sebepleri devam ederken savaşı aniden durması olanaksızdır. Tüm gerçekler Husi - Salih milisleri'nin Yemen'in barış çabalarının yayılması önünde bir düğümdür. Mütarekeyi Yemen'de 150 kez, Suudi sağ kanat sınırında 30 kez ihlal eden ve Kuveyt görüşmelerinden bu yana girişimleri reddeden bir milis var. Milisler siyasi çözümü kabul edinceye kadar koalisyon operasyonlarının durdurulmasına yönelik bir çözüm bulunmamaktadır. Gerçekleşen bütün görüşmeler ve öne sürülen girişimler ile, Husi-Salih militanlarının sadece kuvvet mantığını anladığı açıktır. Bu temelde, Yemen'deki askeri ve politik yollar paralel. Yemen krizinde iki tarafa ihtiyaç duyan herhangi bir siyasi süreç mevcut değil. Yasal Yemen hükümeti tarafından temsil edilen ve Tüm Girişimleri Konseyi tek başına masaya kabul eden bir parti var ve Müzakerelerde bulunmak ve masaya siyasi bir çözüm bulabilmek için ikinci bir taraf ararken bulamıyorlar ve bu durumda askeri harekatın sürdürülmesi kaçınılmazdır. Peki askeri kararı geciktiren nedir? Husiler, askeri alanlarını ve sivil üslerini Sana'nın nüfuslu bölgelerinde ve kontrol altında tuttuğu büyük şehirlerde yaymaya başlarken, askeri kararın beklendiği kadar hızlı gerçekleşmemesi doğal bir gerçekliktir. Burada, devletler ve milisler arasındaki fark açıktır. Ancak koalisyon, nadir bulunan sivilleri etkileyen bir askeri bölgeyi hedeflemekte yanlış olabilir. Suudi gemilere rastgele vuran milislerden farklı olarak, militanlar iki yıl içinde Suudi şehirlerinde, 40.000'den fazla havan topu, roket ve diğer füze atışı başlatarak en az 375 sivili öldürdü, 500'den fazla okul kapatıldı, 24 köy ve 17.000'den fazla kişi yerinden oldu. Özellikle siviller hedef, askeri bölgeler değil. Elbette bazıları, geçen Ekim ayında Sana'da yas yeri hedef alan olayı, sahte bilgi vasıtasıyla gerçekleştirilen Arap Koalisyonunun o sırada söylediği gibi; Bu tür bir olay için pişmanlıkla söz edilen ve Siviller'i hedef alan Baskında benzer bir olay meydana geldi. Uluslararası koalisyon tarafından Musul'da sivillerin hedef alınması geçtiğimiz günlerde Savunma Bakanlığı'na göre Irak kuvvetleri tarafından verilen yanlış bilgilere dayanıyordu fakat iki dava çok farklıydı, masumlar kendileri burada ve oradaki askeri operasyonlar, ancak ilk olarak siyasi kasıtlı olarak kullanılmış ve ikincisi bu tür operasyonlarda doğal bir askeri hata meydana geldiği düşünülüyordu. Yemen'de iki yıl savaşın ardından, koalisyon güçleri ve Yemen'deki Yemen hükümet güçleri Yemen topraklarının % 80'den fazlasını kontrol edebiliyor. Koalisyon, bir hükümet ve onlardan uzun süre koruyamayan bir orduyla sıfırdan bir Yemen devleti kurmayı başardı. Barışçı bir anlaşmaya varmak için referans hükümlerine bağlılık gösteren meşru bir hükümet ve ebedi bir ittifak, Savaşı barışa tercih eden, savaşları müzakereler üzerinde kullanmak isteyen bir milis ve uzlaşmazlığı içerisinde ısrarcı olan ve barışçıl bir çözümü desteklemediği sürece, nedenler ortadan kaybolana kadar savaşı sürdürmenin başka yolu yoktur.

ÖMER ASLAN
GİREUN ÜNİVERSİTESİ ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ

Ortadoğu ve Petroller

Ortadoğu'nun jeopolitik ve jeostratejik önemi, bölgede bulunan petrol ve doğal gaz kaynakları, devletlerin güç ve rekabet mücadeleler...