5 Şubat 2018 Pazartesi

CUMHURİYET DÖNEMİ ÇOK PARTİLİ HAYAT’A GEÇİŞ VE MENDERES DÖNEMİ TÜRKİYE’NİN İÇ SİYASETİ\ÖMER FARUK SARI

Türkiye İkinci Dünya savaşına girmemesine rağmen, savaşın getirdiği ağır sarsıntı ve tehditlerden etkilenmiş bu tehditlere karşı sıkı önlem alarak ekonomik tedbirlere başvurmuştur. Bu bağlamda Cumhuriyet Halk Partisi'ne karşı gerek parti içi gerek parti dışı muhalefetin ortaya çıkacağının sinyallerini vermiştir.





Ömer Faruk Sarı 
Giresun Üniversitesi Stratejik Araştırmalar 

Topluluğu Yönetim Kurulu Üyesi


Milli şef İnönü döneminde ilk muhalefet hareketinin öncülüğünü Celal Bayar yapmış ve 1944 yılında TBMM'de Muvazene-i Umumiye Kanunu görüşülürken, hükümete sert eleştiri de bulunmuş, hayat pahalılığından, 



yoksulluğun giderek arttığı, üretimin azaldığı, üreticilerin zarara uğradığını söylemiş ve bu söylemde aslında yasaya vereceği oyu belli etmiştir.
      Demokrat Parti'nin doğmasına neden olan muhalefet hareketi 1945 yılı bütçe görüşmelerinde ortaya çıkmıştır. Adnan Menderes, Feridun Fikri Düşünsel, Hikmet Bayur, Emin Sazak gibi isimler tek parti dönemin de görülmeyen bütçe açığı, toprak kanunu gibi olayları sert bir dille eleştirmişlerdir. Bu isimler tasarıya ret oyu vermiş Adnan Menderes toprak kanunu tasarısını eleştirmesi üzerine tüm dikkatleri üzerine çekmiştir. Parti grubuna ‘’Dörtlü Takrir’’ vererek muhalefetliğin sadece bütçe ve toprak kanununa olmadığını göstermek istemiştir.
 DÖRTLÜ TAKRİR
‘’Milli hakimiyetin tek tecelli yeri olan TBMM’de murakabenin sağlanmasını, demokratik müesseselerin serbestçe doğup yaşamasına engel olan ve anayasanın halkçı ruhunu telkid eden bazı kanunlardan değişiklik yapılması ve parti tüzüğünde yine bu maksatların icap ettirdiği tadillerin hemen icrasını’’ teklif etmiş isteklerinde özellikle 3 nokta üzerinde toplanmışlardır.
1)    Kanunlardaki ve parti tüzüğündeki anti-demokratik hükümlerin tasfiyesi,
2)    Meclisin hükümeti gerçekten denetlemesi,
3)    Seçimlerin serbestçe yapılması.
(Her ne kadar da ‘’Dörtlü Takririn’’ çok partili hayata geçişi olarak gözükse de muhalifler tarafından inkar edilmiştir.)
   DEMOKRAT PARTİ’NİN KURULUŞU (7 OCAK 1946)
Takrirlerin reddedilmesi üzerine Adnan Menderes ve Fuat Köprülü görüşlerini ve eleştirilerini Vatan Gazetesin de yayımlamaya başlamış bu ağır yazılar karşısında CHP uzun süre sessizliğini bozdu. Parti içinde bu iki vekilin ihraç edilmesi üzerine konuşulmaya başlandı. 21 Eylül 1945’te toplanan parti divanı bu iki isimi partiden ihraç etti. Refik Koraltan Vatan Gazetesin de verdiği bir demeçte, bu kararların parti tüzüğüne aykırı olduğunu eleştirince 27 Kasım 1945’te CHP’den uzaklaştırıldı. Takririn lideri olan Celal Bayar meclise sunduğu 17. ve 50. maddelerin değiştirilmesi kararı reddedilince partiden ihraç edilen arkadaşlarının yanında olduğunu söylemiş ve 26 Eylül 1945’te istifa etmiştir.

20 Aralık 2017 Çarşamba

ORTADOĞU-ARAP BAHARI\ANALİZ\ MUHAMMED DUYMAZ

ORTADOĞU VE ARAP BAHARI
Fas, Tunus, Cezayir, Libya, Somali, Etiyopya, Sudan ve Mısır'dan başlayarak doğuda Umman Körfezine kadar uzanan ve Irak, Kuveyt, Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman’ı içine alan kuzeyde Türkiye, Kafkasya ve Orta Asya Türk Cumhuriyetlerini kapsayan ayrıca İran, Afganistan ve Pakistan'ın da dahil edildiği güneyde ise Sudi Arabistan’dan Yemen’e uzanan Arap Yarımadasını çevreleyen ortada Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail ve Filistin’in de yer aldığı coğrafyadır.
Ortadoğu’ya mensup üç din vardır. Bunlar Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam’dır.  İlk olarak gönderilen kitap Tevrat olup buna inananlar Yahudilik dinine mensuptur. İlk ortaya çıkmış orta doğuda hâkim olmuş dindir. Yahudiler Roma imparatorluğuna 

MUHAMMED DUYMAZ

karşı ayaklanmış daha sonra Roma imparatorluğu tarafından sürgüne sevk edilmiştir. Büyük bir kısmı Filistin’den çıkarılarak dünyanın dört bir yanına dağıtılmıştır. Bu sürgün olayı 'Diaspora' olarak adlandırılır.
 Büyük dinlerin Ortadoğu’da doğması ve hepsinin kutsal mekânı olan Kudüs, dinler tarafından paylaşılamadığı ve geçmişten günümüze savaşlara neden olduğunu görmek mümkündür.
Bu dinler dünyayı nasıl etkiledi? özellikle İslam dinini yayma politikası altında savaşlar yapmış ve bunu en iyi Osmanlı İmparatorluğu başarmıştır.
Osmanlı dünyanın dört bir yanına İslam dinini yaymış elde ettiği topraklarda kültürünü ve dinini yerleştirmiştir.Hıristiyanlık dini  Avrupa da  etkili olmuş Ortadoğu’ya yapmış olduğu işgallerde insanların bu dine girmesi için zorlamıştır. Dünyayı etkileyen en büyük aktörlerden olan Din tarihte insanların birbirine zorla empoze etmeye çalıştığı bir araç olmuştur. Orta doğudaki bu kutsallık bu dinler arasında mücadeleyi yanında getirmiştir. Günümüzde Kudüs Müslümanların elinde olsa bile Yahudi kökenli İsrail tarafından işgal altındadır. Bunun nedeni de geçmişten bu yana gelen Kudüs’ün kutsal olmasından kaynaklanmaktadır.
ARAP BAHARI
 Tunus’ta ilk protesto dalgası 17 Aralık 2010 tarihinde yapıldı fakat hedefte Devlet başkanı Bin Ali'nin iktidardan uzaklaştırılma fikri yoktu. Daha sonra bir kadın polis tarafından tokatlanıp aşağılanmasını protesto etmek için kendisini yakan Muhammed adında bir gencin kendisini yakmasıyla başlayan sonra halkın gence destek vermek için ve ülkedeki işsizlik, yolsuzluk gibi nedenlerden dolayı protestoları ile devam eden daha sonra diğer Ortadoğu ülkelerine de sıçrayan halkın ayaklanması ve demokrasi hareketi de diyebileceğimiz kanlı ve saldırgan bir tutumla devam eden Arap baharı olayları günümüzde artarak devam etmektedir.
Kuzey Afrika’da bulunan Tunus Mağrip bölgesinin en küçük kıyı ülkesidir. Batıda Cezayir, Güneydoğuda, Libya, Doğuda ve Kuzeyde Akdeniz ile çevrilidir.
 Bin Ali dönemi protestoların 10 yıl öncesine kadar ekonominin iyi durumda olduğu dönemdir.
Tunus’un idari yapısı tek adam rejimi olarak uygulanmakla beraber etrafındaki ülkelere nazaran insanların refahta olduğu daha sonra ise Bin Ali’nin giderek düşen yönetim grafiği ile işsizlik yolsuzluk ve bunu gibi birçok nedenlerden dolayı halkın yıllarca dolu hale gelip bir kıvılcımla başlayan ayaklanma neticesinde Bin Ali’nin iktidardan indirip demokrasi adımı atılan ilk Arap ülkesi oldu.
Bu süreç içerisinde halkın sosyal medyayı kullanması, sivil toplum örgütlerinin iyi organize olması gibi faktörler de büyük etkiye sahip olmuştur. Sivil toplum örgütlerine ABD' destek vermiştir ve Bin Ali dış politikada yalnız kalmıştır. En önemlisi ordunun Bin Ali’den değil halktan yana olması Libya ve Suriye’deki gibi kanlı çatışmaların olmamasında büyük öneme sahiptir.
Tunus’taki bu olaylar kaşsısında ABD nasıl bir tutum sergiledi?
ABD, Bin Ali’yi darbe yaparak iktidarı eline geçirmesinden itibaren 23 yıllık iktidar sürecinde desteklemiştir. Bin Ali, ABD ve AB'nin ekonomik, siyasi ve askeri alanlarda yardımlarını almış ve bu şekilde ayakta kalmıştır. Binali hükümeti ABD ve AB’nin ekonomik, stratejik ve siyasi çıkarlarını temin etmek için güvenilir bir müttefiktir.  Daha sonra ne oldu?
Halkın ayaklanması ve ABD'nin halkın yanına geçmesi olağan oldu çünkü ordu halkın yanındaydı ve ABD ilk olarak halka yardım etmeyi el altından örgütlenmeyi sağlayarak kendisinin halkın demokratikleşme sürecine saygı duyduğunu göstermeye çalıştı.
Bin Ali hükümetinin en yakın müttefiki Fransa bile ayaklanmalara destek vermiş halkı tarafına çekmeye çalışmıştır. Bin Ali sonrası süreçte Tunusluların kararlılığı ülkede kökten değişimin sinyallerini verdi. Geçici hükümet krizi ile başlayan süreç tüm eski parti üyelerinin siyasetten men edilmesi ile sonuçlandı.23 Ekim 2011'de gerçekleştirilen kurucu meclis seçimi demokratik dönüşüm ve diğer unsurlar için çok önemliydi.

 Arap Baharı Ve Mısır
Mısır konum itibarıyla stratejik olarak çok önemli bir noktada olup Akdeniz’in kıyısında bulunan kuzey Afrika ülkesidir. Süveyş kanalına sahip olması ve Akdeniz kıyısında olması bu ülkeyi stratejik alanda dış güçlerin hedefi haline getirdi.
Hüsnü Mübarek yönetimi halkın refahını sağlamak için çalışmalar yapmış ülkenin kurum kuruluşlarını millileştirilmiş yaptığı çalışmalarda başarılı olduğu halde son dönemlerinde ülkenin refahının çökmesi işsizlik oranın artması yavaş yavaş Hüsnü Mübarek yönetiminin sonunu hazırlamıştır. Mısır'da rejime karşı ayaklanmalar Kahire’nin Tahrir meydanında başlamıştır. Ordu içinden darbe yaparak iktidara gelen Hüsnü Mübarek kendisinden sonra oğlunu iktidara geçirmek istemesi ordunun desteğini alamamasını sağlamıştır. Ordu’nun halkın yanında olmasından dolayı Hüsnü Mübarek yönetimden inmek zorunda kalmıştır.
 ABD’nin Mısır tutumu Mısır ABD’nin stratejik ortak olarak, ABD için Ortadoğu bölgesinde son derece önemli bunların nedenlerini kısaca söyleyecek olursak. Batıya petrol nakliyatı için son derce önemli olan Süveyş kanalının koruyucusu rolündedir. İran’a karşı bir denge unsurudur. İsrail’i tanıyan ve 1979 Kahire antlaşması ile İsrail’in bekası için önemli rol oynamakta olan bir Arap ülkesidir. Arap dünyasında liderliği nedeni ile onlara etki edebilen bir konumdadır.
ABD Hüsnü Mübarek den memnun olmasına rağmen yaşlanması ve ileriye dönük planlarının içerisinde bulunamayacağını bildiği için desteğinden mahrum bırakmaya başlamıştır. ABD devlet başkanı Mübarek ile görüştükten sonra Mübarek’in süresi dolduktan sonra çekilmesi hususunda açıklama yapmış bir nevi Mübareğe desteğinin bittiğini belirtmiş olmaktadır. Peki Hüsnü Mübarek sonrası yaşanan gelişmeler neler oldu?
Hüsnü Mübarek sonrası olan gelişmeler silahlı kuvvetler Mübarek'i halkın gölgesine sığınarak yaptığı darbe ile devirmekle başkanlığın saltanat haline dönüşmesini önlemiş ve geleneksel olarak kendi menfaatlerine uygun düşen başkanın seçilmesinde askerin rol alması yolunu muhafaza etmişlerdir.
19 Mart 2011 de anayasa değişikliği için referanduma gidildi. Anayasa değişikliği için halkın çoğunluğu evet oyu verdi. Sonuç olarak Tunus'tan esinlenen Mısır ayaklanması 18 gün gibi kısa bir süre içerisinde Devlet Başkanı Mübarek'in görevi bırakmasıyla sonuçlandı. Askeri yapının her ne kadar yönetimi sivil görüşlü yönetime bırakmış gibi olsa da aslında müdahale edebileceği yapıyı oluşturmuş oldu. İşsizlik ve insanların refah seviyesinin halen aşağıda olması ve müdahale etmek adına bir şey yapılmamış olması 18-20 Kasım 2011 tarihinde yeniden protestolara neden olmuş askeri yapının yönetimi tamamen sivil yönetime bırakması gerektiği istenmiştir. Bu durum Mısır’da suların durulmadığını ilerleyen süreçlerde devam edeceğini göstermektedir.
Libya'da Arap Baharı
Libya Akdeniz kıyısında, doğusunda Mısır batısında Cezayir ve Tunus, güneyinde Nijer ve Çad, güneydoğusunda Sudan ile komşu olan bir Kuzey Afrika ülkesidir. Libya dünyanın en kaliteli petrollerine sahip ülkesi olup Fransa ve ABD başta olmak üzere emperyalist devletlerin hedefi altında olan başka bir ülkedir.
Muammer Kaddafi'nin devlet başkanlığını yaptığı Libya yönetimi başlangıçta Libya halkının refahı için çaba harcadığı görülmektedir. Libya petrollerinin üzerinde büyük paya sahip olan yabancı şirketleri zorlayıp hisselerin büyük kısmını devralmış petrolü millileştirerek gelirlerin büyük kısmının ülkede kalmasını sağlamıştır. Elde ettiği petrol gelirleri ile okullar, evler, hastaneler yaparak halkın hizmetine sunmuştur. Libya’da milli gelir 2010 yılında kişi başına 14 bin dolara ulaştığı görülmektedir. Ancak Kaddafi her ne kadar bunları yapmış olsa da petrol gelirlerinin büyük çoğunluğunu kendisi ve yakın çevresinin üzerine alarak baskıcı ve despotik bir rejim uygulamaya başladı. Her türlü muhalefeti baskı ve işkence ile yok etme politikasına gitmiştir. Ajanları Avrupa’da muhaliflere suikastlar düzenlemiş güney komşusu Çad'da kargaşa yaratmaya çalışmıştır.
Libya'da halk ayaklanmasının Mısır ve Tunus’taki gibi amaçların aynı olmasına rağmen olaylara müdahale ve yönetimin davranışları farklı olmuştur. Olayların küçük çapta başlaması üzerine hükümetin sağ duyulu hareketi olayların yatışmasına yardımcı olmuştur. Kaddafi güvenlik güçlerine müdahalede bulunmamalarını söylemişti.14 Ocak 2011 de olayların başlamasından önce Kaddafi Tunus ve Mısır da yaşanan olaylardan üzüntü duyduğunu açıklamıştı.
Diğer yandan Libya sokaklarında huzursuzluk başlamış bazı yazarların internet üzerinden protesto çağrıları olmuştur. Daha sonra yazarların tutuklanması halkın ayaklanmasına neden olmuştur.14 Şubat 2011'de başlayan ayaklanmalara karşı Kaddafi'nin halkın isteklerini göz ardı ederek silahlı müdahalede bulunması katliam olarak dünyaya duyuruldu. ABD ve Avrupa halkın ayaklanmasına destek verirdiler.
ABD ve Kaddafi yönetimi arası uzun yıllar sorunlu bir şekilde ilerlerken 2003 yılında iyileşmeye başlamış ve Libya’nın zengin petrol kaynaklarını Avrupa’ya kaptırmak istemeyen ABD petrol şirketleri 2005 yılında ABD-Libya yatırım ortaklığı kurarak Libya pazarına girdi. Aranın iyileşmiş olmasına rağmen Libya’nın karışması ABD için bir fırsat olmuş ve Libya’ya askeri müdahale ederek Kaddafi’nin karşısında durmuştur. Ayrıca Kaddafi’nin olduğu iddia edilen 150 milyar dolar ABD ve İngiltere tarafından dondurulmuştur. ABD halkın yanında olduğunu söylemekle kalmayıp içeriye askeri müdahalelerde bulundu zararının 2 milyar dolar olduğunu ve gerekli paranın Kaddafi’nin ABD de bulunan 30 milyar dolardan tahsis edeceğini söylemiş yalnız kalan paranın akıbeti belli değildir.
 ABD Libya’daki yaşanan olaylar karşısında tek başına hareket etmediği BM ve NATO ile beraber hareket etmeye çalıştığı görüldü. Tam tersine Fransa ise tek başına müdahale etmek istemesine rağmen Türkiye'nin işin NATO'ya bırakılmasını istemesi Fransa’yı rahatsız etmiştir. ABD’nin özellikle Rusya ve Çini ikna etmesi ABD için önemliydi. Fransa Kaddafi karşısında hava saldırısı düzenleyerek halkın gönlünü kazanmış görünmekteydi. Geçmiş zamanda Fransa’nın Kaddafi döneminde aldığı petrol Çin’in aldığından daha aşağı olması Fransa’nın bu tutumlarını açıklamaktadır.
 Kaddafi NATO tarafından etkisiz hale getirilip yeni bir yönetim kurulması sonrasında yeni yönetimin ABD ve Avrupa’nın petrol dağılımı konusunda görüşmeler olmayacağını zaten verileceğini ama Çin ve Rusya gibi devletlerle görüşmeler yapacağını söylemesi ABD ve Avrupalı devletlerin amacının gerçekleştiğini göstermektedir. NATO’nun Kaddafi müdahalesi savunma amaçlı kurulmuş bu örgütün amacının dışına çıktığını göstermektedir.

KAYNAKLAR:
ORSAM
ARAB BAHARI VE TÜRKİYE (Doç.Dr.Celalettin YAVUZ-Dr. Serdar ERDURMAZ)
ORTADOĞU (Tayyar ARI)

BİLGESAM

Muhammed DUYMAZ
GİRESUN ÜNİVERSİTESİ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ
GİSAT YÖNETİM KURULU ÜYESİ

6 Aralık 2017 Çarşamba

DAİMİ TARAFSIZ TÜRKMENİSTAN VE ABD İLİŞKİSİ\YASEMİN AYDIN

DAİMİ TARAFSIZ TÜRKMENİSTAN VE ABD İLİŞKİSİ
27 Ekim 1991’de bağımsızlığına kavuşan Türkmenistan güneyde İran güneydoğu da Afganistan, kuzeydoğu da Özbekistan, kuzeyde Kazakistan ve batı da Hazar Denizi ile sınırdır. Türkmenistan Cumhuriyeti 5,663 milyon nüfusa sahip ve başkenti Aşkabat’tır. Beş eyaletten oluşmaktadır. Bunlar; Balkan, Aşkabat (Ahal), Merv (Marı), Çarju ve Taşauz’dur. Türkmenistan biri çöl biri Vaha bölgesi olmak üzere iki bölgeden oluşmaktadır. Vaha Bölgesi; Kopet Dağı etekleri, Murgob, Orta ve aşağı Amu Derya (Ceyhun) başta olmak üzere başlıca Vahaları teşkil eder. Coğrafi sebeplerden dolayısıyla ülkede akarsuların sayısı oldukça azdır.
            


YASEMİN AYDIN

Türkmenistan, Asya’nın iç kesimlerinde yer aldığı için tam bir kara iklimine sahiptir. Genellikle yazları sıcak ve kuru geçer, gece ve gündüz arasında büyük ısı farklılıkları görülür. Kış ayları kısa ve soğuktur. Türkmenistan yağış yönünden oldukça fakir bir ülkedir. Yağışların en çok olduğu ay Mayıs ayıdır. Tarımsal gelişim açısından Türkmenistan Özbekistan’dan sonra Orta Asya Cumhuriyetleri içinde en çok pamuk üreten ülkedir. Pamuk üretiminin dışında kavun, karpuz ve üzüm bol miktarda yetiştirilmektedir. Ayrıca buğday, mısır ve tütün yetiştirilen Türkmenistan’ın bu sahadaki ürünleri ancak kendilerine yetmektedir. Hayvancılık sahasında da oldukça ilerleme göstermektedirler. Koyun, sığır ve Hıristiyanlar için bol miktarda domuz yetiştiriciliği yapılmaktadır.
            Türkmenistan yeraltı kaynakları yönünden oldukça zengin bir ülkedir. Ülkede bol miktarda petrol, doğalgaz, sülfür, mineral tuzlar, kükürt, potasyum, kurşun, krom, iyot ve sodyum sülfat bulunmaktadır. Petrol ve doğalgaz rezervlerinin zenginliği ile gelecekte iyi bir ekonomik seviyeye ulaşacağını söyleyebiliriz. Bu sebeple Türkmenistan enerji sıkıntısı çekmeyen bir ülkedir.
            Türkmenistan 5,663 milyon nüfusa sahip bir ülkedir. Bunun %85 i Türkmen, %5 i Özbek ve % 4 ü Ruslardan oluşmaktadır.
            1884 Rus işgaline kadar Türkmenistan’da eğitim kurumları, mektepler ve medreselerden oluşmaktaydı. Burada eğitim gören başarılı öğrenciler Hive, Buhara, Semerkant’a gider orada eğitimlerini tamamlarlardı. Buradan dönen öğrenciler hem imamlık hem de öğretmenlik yapardı. Eğitim son derece yetersiz seviyede idi.          
Rus işgalinden sonra Rus-Türkmen okulları açılmaya başlanmış fakat hem Ruslaştırma hem Hıristiyanlaştırma hareketlerine karşı bir izlenim olmuştur. O dönemde büyük çalışmalar yapan Gaspıralı İsmail Bey’in açtığı “Usul-i Cedid” mektepleri ve medreselerinin buraya gelmesiyle Türkmenler ilk defa modern eğitim görmeye başlamıştır. 1917 Bolşevik ihtilallerine kadar bu sistemde ilerleyen Türkmenistan, Bolşevik yöneticilerinin Sovyet Cumhuriyetlerinin kurduğu 1924’ten sonra yeni bir eğitim sistemine geçilmiş Gaspıralı İsmail Bey’in açtığı mektepler ve medreseler önemini kaybetmiştir. Hıristiyanlaştırma ve Ruslaştırma (Çarlık Eğitim Sistemi) fikrine göre biraz daha yumuşak olan Sovyet eğitim sistemi uzun yıllar başarılı olmuştur. Bu sistemde cehalete karşı büyük başarı elde edilse de Türkmenler milli kültürlerinde ve dillerinde oldukça büyük gerileme yaşamıştır. Rus kültürü ve dili Türkmenler arasında yayılmıştır. Bunlara rağmen 1989 yılında Türkmenistan’ın resmi dili haline gelen Türkmence hızla gelişmiş ve eğitim ve bilim dili olma yolunda ilerlemiştir ve Türkmenistan’ın bugünkü resmi dili Türkmence’dir.
DAİMİ TARAFSIZLIK STATÜSÜ
Türkmenistan kanunu ve zengin doğal kaynakları bağlamında bölgedeki jeopolitik dengeler açısından önemli bir konuma sahiptir. Türkmenistan, Orta Asya bölgesini, Kafkasya ve Türkiye ile birleştiren bir köprü ve Rusya açısından ise güneye açılan bir koridordur. Ülke bölgesel güçlerin (Rusya, Türkiye,  Çin, İran) tam merkezinde ve “yakın çevresinde” yer almaktadır. Ayrıca Türkmenistan doğalgaz ve petrol rezervleri bakımından Körfez bölgesi ve Rusya’dan sonra dünyada üçüncü sırada yer almaktadır.
Türkmenistan’ın daimi tarafsızlık konusundaki endişesi Türkmenbaşı yönetiminin ülkenin “hassas ve stratejik konumu” nun idaresine dayanmaktadır. Bölgedeki etnik ve bölgesel ihtilaflar güvenliği en çok tehdit eden problemlerden birini oluşturmaktadır. Yapay sınırların zorladığı ve kısmen sosyokültürel dinamikler bağlamında etnik dini ve bölgesel çatışma ve istikrarsızlıklar bölge ülkelerini dış politika stratejileri geliştirmeye zorlamaktadır. Bu bağlamda Türkmenistan’ın izlediği tarafsızlık politikası ülkenin sahip olduğu jeopolitik konumundan dolayı farklı politika uygulamaya itmektedir.
Türkmenbaşı yönetimi, Türkmenistan’ın dış politikasının tarafsızlık prensiplerine dayanacağını ilk defa 10 Temmuz 1992’de Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütünün Finlandiya’nın başkenti Helsinki’de yapılan toplantısında gündeme getirmiştir. AGİT üyeleri başta olmak üzere Rusya Ve Bağlantısızlar Hareketi’nin 20 Ekim 1915’te gerçekleştirdikleri Zirve de Türkmenbaşı 113 üye devletin desteğini almıştır.
12 Aralık 1995 tarihinde, BM’nin kuruluşunun 50. Yıldönümünde 59/80 sayılı kararla, Türkmenistan’ın Daimi Tarafsızlık Statüsü 185 ülkenin oyuyla kabul-edilmiş, ardından da Türkmenistan Meclisi 27 Aralık 1995 tarihli kararıyla, Türkmenistan’ın Daimi Tarafsızlığı Hakkında Türkmenistan’ın Anayasal Kanunu, Türkmenistan’ın İnsan Hakları Uluslararası Yükümlülükleri hakkındaki kararnameyi ve “Daimi Tarafsız Olarak Devletin Dış Politikasının Maksatnamesi”ni kabul etmiştir.  
Türkmenistan bağlamında daimi tarafsızlık statüsü iki açıdan önem taşımaktadır.
1) Türkmenistan Soğuk Savaş Sonrası dönemde dünyada “daimi tarafsızlık” statüsünü benimseyen ilk ve tek ülkedir; dış politikası (tarafsızlık politikası) uluslararası topluluk tarafından desteklenen Türkmenistan’ın bu stratejisi “pozitif veya aktif tarafsızlık” olarak adlandırılmaktadır.
2) Türkmenistan’ın daimi tarafsızlık statüsü tarafsız devletlerden farklı olarak BMGK’nda temsil edilen tüm ülkelerin tüm ülkelerin onayıyla kazanılmıştır.
Türkmenistan’ın tarafsızlık statüsü, ülkenin tarihi, kültürel, etnik ve jeopolitik gerçekleriyle örtüşen “iyi-komşuluk ilişkisi” ve “karşılıklı saygı” prensibine dayalı olması ve bölgenin çağdaş siyasi kazanımlarına katkısı bakımından özgün nitelik taşımaktadır. Dünya da “tarafsızlık” gününü resmi bayram olarak kutlayan tek milletin Türkmenler olduğunu da belirtmek gerekir. Türkmenistan’ın sahip olduğu “daimi tarafsızlık” statüsü, bölgedeki jeopolitik yapının kırınganlığının yanı sıra ülkenin kendi tercihinin bir ürünü olarak da değerlendirilebilir. Bu statü Türkmenistan’a askeri ittifaklara katılmama yükümlülüğünü getirmekle beraber, kendini müdafaa için gerekli askeri birliğe sahip olabilme hakkını da vermektedir. Bu askeri birlik BM tarafından gerek duyulduğu taktirde barış koruma operasyonlarına da katılmaktadır.
            Daimi tarafsız devlet meşru müdafaa durumu haricinde bir savaşa katılamaz. Bu nedenle daimi tarafsız devlet kendi bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumak için kendi silahlı kuvvetlerini oluşturma hakkına sahiptir. Türkmenistan kendine uygun savunma doktrinin ve milletlerarası yükümlülükleri çevresinde kendi bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü koruyabilecek bir ölçüde silahlı kuvvetlerini oluşturmuştur. Herhangi bir askeri saldırı durumunda diğer devletlerden askeri yardım isteme hakkını elde etmiştir. Bunların dışında Türkmenistan, savaş ve savaş dışı zamanlarda yabancı bir devletin silahlı güçlerine veya savaş araçlarına topraklarını kullandırmamakla yükümlüdür.
            Türkmenistan’ın toprakları terörist grupların oluşumunda ve diğer yabancı devletlerin kullanmaları için askeri üs olarak kullanılamaz. Özellikle ABD’nin Afganistan operasyonu bağlamında önemli sonuçlar doğurmuştur. Daimi tarafsızlık statüsünü kabul eden diğer BM üyesi devletlerde Türkmenistan’a karşı herhangi bir silahlı güç kullanmamakla, tehdit etmemekle veya Türkmenistan’daki barışı bozabilecek faaliyette bulunmamakla Türkmenistan’ın iç işlerine karışmamakla ve ülkeyi bir askeri bloka girmeye zorlamamakla yükümlülerdir.
TÜRKMENİSTAN - ABD İLİŞKİSİ
            Amerikan yönetimi Türkmenistan ile 1992 yılının Mart ayında diplomatik ilişki kurmuş ve Aşkabat’ta büyükelçilik açmıştır. ABD, Türkmenistan’da demokrasi ve sivil kültürün yerleşmesi için çeşitli çalışmalar yürütmektedir. Türkmenistan’ın izlediği tarafsızlık politikası ülkenin dış ilişkilerini, enerji konuları hariç diğer alanlarda sınırlamıştır. Türkmenistan’ın dış politikada, özellikle enerji politikasında Amerikan yönetiminin hassasiyetini dikkate almış gerçekçi bir yol izlediğini dile getirmiştir. Kısacası ABD- Türkmenistan ilişkileri daha çok enerji ve doğal kaynaklara yönelik şekillenmiştir.
            ABD’nin Afganistan operasyonu bağlamında önemli sonuçlar doğurmuştur. Orta Asya’daki ülkelerin ulusal çıkarlarını tehdit eden Afganistan’daki iç kargaşa sırasında Aşkabat yönetimi istikrarsızlığa meydan vermeden savaşan taraflarla görüşmelerini sürdürmüştür. Afganistan’ın yeniden yapılandırılması konusunda istek ve kararlılığını her türlü duyurmuş 11 Eylül sonrası dönemde Türkmenistan, ABD’nin Afganistan’da yürüttüğü, operasyonlar için “insani yardım” (humanitarion aid) ve “arabuluculuk” (good offices) gibi araçlarla barışın tesis edilmesi konusunda önemli görevler üstlenmiştir.
            Bu dönemde Türkmenistan’a komşu ülkeler (Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan) Afganistan’daki El-Kaide ve Taliban güçlerine karşı savaş ilan eden Amerikan liderliğindeki koalisyona destek vereceklerini açıklamışlardır. Bu ülkeler Afganistan’daki hareket süresince Amerikan askerlerinin kendi topraklarında konuşlanmasına ve askeri amaçlı hava üslerinin kullanılmasına izin vermişlerdir. Buna karşılık Türkmenistan 1990’lı yıllardan itibaren Afganistan’daki Taliban iktidarı ve diğer muhalifler ile yakın ilişkiler içinde olmuş ve Afganistan’da iç barışın sağlanması amacıyla farklı muhalif gruplar arasında barış görüşmelerine ev sahipliği yapmıştır. Türkmenistan’ın bu tutumu ve insani yardım tutumu hem BM hem de dünyanın birçok ülkesi tarafından memnuniyetle karşılanmıştır.  
             
 
 GİRESUN ÜNİVERSİTESİ 
ULUSLARARASI İLİŞKİLER
GİSAT YÖNETİM KURULU ÜYESİ



     

3 Aralık 2017 Pazar

Yemen’de Savaş Ne Zaman Sona Erecek?\ANALİZ\ÖMERASLAN

Yemen’de Savaş Ne Zaman Sona Erecek?



Yemen'deki Fırtına Orduları Operasyonunun başlamasından iki yıl sonra, Husi militanın ve Ali Abdullah Salih grubunun Yemen'in meşruiyeti ve uluslararası kararları üzerine gerçekleştirdiği darbe sonrasında en sık sorulan soru şu şekilde: Yemen'de savaş ne zaman sona erecek? Bu meşru, doğal ve öngörülebilir bir soru dur. Kimse savaş istemiyor, devam etmesinden bahsetmiyorum. Fakat bu soruyu, meşru, doğal ve öngörülebilir başka bir soru sormadan cevaplamak mümkündür: Savaşın sebepleri sona ermeden savaş sona erebilir mi? Elbette, Savaş'ın sebepleri devam ederken savaşı aniden durması olanaksızdır. Tüm gerçekler Husi - Salih milisleri'nin Yemen'in barış çabalarının yayılması önünde bir düğümdür. Mütarekeyi Yemen'de 150 kez, Suudi sağ kanat sınırında 30 kez ihlal eden ve Kuveyt görüşmelerinden bu yana girişimleri reddeden bir milis var. Milisler siyasi çözümü kabul edinceye kadar koalisyon operasyonlarının durdurulmasına yönelik bir çözüm bulunmamaktadır. Gerçekleşen bütün görüşmeler ve öne sürülen girişimler ile, Husi-Salih militanlarının sadece kuvvet mantığını anladığı açıktır. Bu temelde, Yemen'deki askeri ve politik yollar paralel. Yemen krizinde iki tarafa ihtiyaç duyan herhangi bir siyasi süreç mevcut değil. Yasal Yemen hükümeti tarafından temsil edilen ve Tüm Girişimleri Konseyi tek başına masaya kabul eden bir parti var ve Müzakerelerde bulunmak ve masaya siyasi bir çözüm bulabilmek için ikinci bir taraf ararken bulamıyorlar ve bu durumda askeri harekatın sürdürülmesi kaçınılmazdır. Peki askeri kararı geciktiren nedir? Husiler, askeri alanlarını ve sivil üslerini Sana'nın nüfuslu bölgelerinde ve kontrol altında tuttuğu büyük şehirlerde yaymaya başlarken, askeri kararın beklendiği kadar hızlı gerçekleşmemesi doğal bir gerçekliktir. Burada, devletler ve milisler arasındaki fark açıktır. Ancak koalisyon, nadir bulunan sivilleri etkileyen bir askeri bölgeyi hedeflemekte yanlış olabilir. Suudi gemilere rastgele vuran milislerden farklı olarak, militanlar iki yıl içinde Suudi şehirlerinde, 40.000'den fazla havan topu, roket ve diğer füze atışı başlatarak en az 375 sivili öldürdü, 500'den fazla okul kapatıldı, 24 köy ve 17.000'den fazla kişi yerinden oldu. Özellikle siviller hedef, askeri bölgeler değil. Elbette bazıları, geçen Ekim ayında Sana'da yas yeri hedef alan olayı, sahte bilgi vasıtasıyla gerçekleştirilen Arap Koalisyonunun o sırada söylediği gibi; Bu tür bir olay için pişmanlıkla söz edilen ve Siviller'i hedef alan Baskında benzer bir olay meydana geldi. Uluslararası koalisyon tarafından Musul'da sivillerin hedef alınması geçtiğimiz günlerde Savunma Bakanlığı'na göre Irak kuvvetleri tarafından verilen yanlış bilgilere dayanıyordu fakat iki dava çok farklıydı, masumlar kendileri burada ve oradaki askeri operasyonlar, ancak ilk olarak siyasi kasıtlı olarak kullanılmış ve ikincisi bu tür operasyonlarda doğal bir askeri hata meydana geldiği düşünülüyordu. Yemen'de iki yıl savaşın ardından, koalisyon güçleri ve Yemen'deki Yemen hükümet güçleri Yemen topraklarının % 80'den fazlasını kontrol edebiliyor. Koalisyon, bir hükümet ve onlardan uzun süre koruyamayan bir orduyla sıfırdan bir Yemen devleti kurmayı başardı. Barışçı bir anlaşmaya varmak için referans hükümlerine bağlılık gösteren meşru bir hükümet ve ebedi bir ittifak, Savaşı barışa tercih eden, savaşları müzakereler üzerinde kullanmak isteyen bir milis ve uzlaşmazlığı içerisinde ısrarcı olan ve barışçıl bir çözümü desteklemediği sürece, nedenler ortadan kaybolana kadar savaşı sürdürmenin başka yolu yoktur.

ÖMER ASLAN
GİREUN ÜNİVERSİTESİ ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ

30 Kasım 2017 Perşembe

NATO-TÜRKİYE İLİŞKİSİ\ANALİZ\ABDULKADİR ÖDEMİŞ-MERT ÖZDEMİR

                       NATO TÜRKİYE İLİŞKİSİ
       NATO’NUN KURUCU ÜYELERİ(4 NİSAN 1949)
– Birleşik Krallık
– Belçika
– Kanada
– Danimarka
– Fransa
– İzlanda
– İtalya
– Lüksemburg
– Hollanda
– Norveç
– Portekiz
– Amerika Birleşik Devletleri
 ABDULKADİR ÖDEMİŞ
     











MERT ÖZDEMİR    
NATO’NUN ÜYELERİ
18 Şubat 1952
– Türkiye
– Yunanistan
9 Mayıs 1955
– Almanya
30 Mayıs 1982
– İspanya
12 Mart 1999
– Çek Cumhuriyeti
– Macaristan
– Polonya

29 Mart 2004
– Bulgaristan
– Estonya
– Letonya
– Romanya
– Litvanya
– Slovenya
– Slovakya
1 Nisan 2009
– Hırvatistan
– Arnavutluk
     
Kurucu Üyeleri:12 tane ülkeden oluşmaktadır.
Şuanda NATO’ya üye olan ülkeler:28 tane ülkeden oluşmaktadır.

                NATO NEDEN KURULDU ?
Uluslararası Askeri İttifak olarak da bilinen NATO, örgüt dışında kalan ülkelerden gelebilecek saldırılara karşı ortak savunma yapmak amacı ile kurulmuştur. NATO'nun merkezi, Belçika'nın başşehri Brüksel'de bulunmaktadır. NATO'ya üye ülkelerin askeri harcamaları, dünyada yer alan tüm ülkelerin askeri harcamalarının yüzde 70'ini oluşturmaktadır.

                    NATO TÜRKİYE İLİŞKİLERİ
Türkiye NATO’nun kurucu üyelerinden sayılabilir. Türkiye’nin NATO’yla tanışması 1950-1953 arasında olmuştur. Türkiye NATO’ya girebilmek için Kuzey Kore ve Güney Kore arasındaki savaşa Güney Kore’yi destek vermesiyle olmuştur. O yıllarda NATO Güney Kore’yi desteklemektedir. Kuzey Kore’yi ise Çin desteklemektedir. Türkiye Güney Kore’ye asker yollamasıyla NATO’nun kapıları Türkiye için açılmıştı. Türkiye’nin NATO için önemi soğuk savaş yıllarında kendini belli etmiştir. SSCB’ye karşı NATO’nun sınırı ve koruyucu kalkanı görevindeydi. 

 Bu dönemde ortaya çıkan Kore Savaşı Türkiye için aslında büyük bir öneme sahip olacaktır. 38. Paralelden ayrılan Kore’nin kuzeyinde yer alan Kuzey Kore’nin, Güney Kore’ye sınır anlaşmazlıkları nedeniyle saldırmasıyla Kore Savaşı başlamıştır. Aslında bu iki ülke arkasında ABD ve Sovyetler yer almaktadır. Güney Kore’yi destekleyen ABD, Türkiye’den askeri yardım istemiştir ve bu savaşta Türkiye başarı gösterirse Avrupalı devletlerin Türkiye’nin NATO üyeliğini destekleyebileceklerini dile getirmiştir. Türkiye Kore Savaşı’na 241.piyade birliğini Turgeneral Tahsin YAZICI komutasında göndermiştir. Türkiye bu savaşta çok fazla askeri şehit vermesine (741) rağmen savaşta büyük bir başarı göstermiştir. Türkiye Kore Savaş’ında gösterdiği başarı sayesinde bu oluşuma 3 yıl sonra Yunanistan’la aynı zamanda 18 Şubat 1952 yılında tam üye olmuştur. Türkiye’de sürekli bir komünist tehlike algısı yaratılarak komünizimle mücadele adı altında birçok kesimi kullanmıştır.Oysa Sovyetler Birliğinde Stalin’in 1953 yılında ölmesi ile birlikte, Sovyetler Birliği, Türkiye’ye resmi olarak hiçbir tehdidinin ve talebinin olmadığını iletmiştir.Ancak Türkiye, artık kontrolü kaybettiği için bu uyarıları duymamış ve soğuk savaş psikolojisi içerisine dahil olmuştur. Türkiye Nato ilişkileri 67 yıl içinde çok ilginç şekilde ilerliyor . İlk önemli Kıbrıs Barış Harekatında çıkıyor. Ve ABD en önemli NATO müttefikine 1975'de ambargo koymaya karar verdi. Oysa Yunanistan da Kıbrıs'ta 1963'den beri NATO silâhlarını Türklere karşı (uçaklar ve gemiler dahil) bol bol kullanmıştı. Ambargo tek taraflı geldi ve sadece Türkiye'ye uygulandı. Yunan lobisi Washington'u ve Kongreyi istediği yola sokmuştu. Ankara1964'deki Johnson mektubundan sonra ABD'den ikinci darbeyi de silâh ambargosu ile öğreniyordu. Silah ambargosu 1978'de kalkacaktı. Çünkü 1978'de İran büyük bir kargaşa yaşıyordu ve Amerika karşıtı bir dini rejimin geleceği belli olmuştu.Bu durumda ABD, Elbruz dağları üzerinde kurulan ve Sovyetler Birliği'ni dinleyen "tesislerini" kullanamayacaktı. Bu sistemi Türkiye üzerinden sağlaması gerekiyordu. Yıl: 1992.Amerika: ısrarla, Türkiye’ye: elindeki knox sınıfı, eski ve hurdaya çıkmış firkateynleri vermek istemektedir. Ancak: bu teklif edilen gemiler, uçak gemilerine refakat etmek üzere yapılmışlardır. Yani: Türkiye, karasularına uygun değiller. Dolayısıyla, Amerika’nın satmak istediği bu gemiler, hurdadan başka bir anlam taşımayacaktır.  Ekim 1992 tarihinde, Ege denizine gider. Burada: NATO Kararlılık Gösterisi-92 Tatbikatı yapılmaktadır.Tatbikatta: gerçek silah ve mermi kullanılması yasaktır. Tatbikata katılan gemiler: yeşil ve kırmızı olmak üzere, iki guruba ayrılırlar. Saratoga uçak gemisi: kırmızı guruptan, Muavenet gemimiz ise, yeşil guruptandır. atbikat, normal seyrinde sürdürülür ve ana safhası biter. Gemiler için: tatbikatın intikal yani üslerine geri dönüş safhası başlar. Akşam saatlerinde: gemilerin tümü: uyku-dinlenme pozisyonuna girerler.Tam bu sırada: 2 güdümlü mermi: Muavenet gemisinde: köprü üstüne isabet eder ve burayı havaya uçurur. Köprü: Türkiye Cumhuriyetini temsil etmesi ve bayrak taşıması nedeniyle; büyük anlam taşımaktadır. Olayın en tatsız yanlarından birisi bu.Hemen arkasından isi, ikinci bir mermi. Birinci mermi: doğrudan köprüye isabet eder. İkinci mermi ise: köprünün hemen önünde bulunan, ikinci taret ile, köprü arasında patlar.Güdümlü roketlerin: ateşlendikten sonra, iki gemi arasındaki uzaklığı en fazla, 1 saniyede aldığı düşünüldüğünde, Muavenet personelinin, herhangi bir koruyucu tedbir alamamıştır.
Geminin beyni durumundaki kaptan köşkünde: onarılmayacak derecede hasar oluşur. Geminin kaptanı; gemi mürettebatından, ölen, 5 kişi arasındadır. Makine subayı, geminin komutasını alır.Saratoga uçak gemisinden kalkan bir helikopter ile, bir kısım Amerikalı, Muavenet gemisine gelirler. Gemideki: güdümlü mermi parçalarını toplamak isterler. Ancak: geminin komutasını alan, Makine subayı, buna izin vermez ve Amerikalılar, gemiden uzaklaştırılırlar.Nerden bakılırsa bakılsın NATO Türkiye ye bir kambur olmuştur . Şuana kadar hiç güvenlik konusunda destek vermedikleri gibi verdikleri silah yada sattıkları silahlar hep iş görmeyen kullanılmış bozuk silahlardır. Bugüne bakıldığında NATO’nun Norveç’teki tatbikat sürecinde iki yönü olan bir kriz oluşmuştur.Bunlardan ilki; Atatürk’ün düşman kuvvetlerin başında biri olarak tatbikat planı içerisinde yer almasıdır.İkincisi ise; Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın açılan bir hesap üzerinden düşmanla işbirliği yapan kişi olarak gösterilmesidir.Bu durumun Türk yetkililer tarafından fark edilmesi üzerine NATO Genel Sekreteri gerek basına yaptığı açıklama da gerekse Sayın Cumhurbaşkanı’nı arayarak özür dilemiş ve ilgili kişinin işine son verildiğini ve Norveç makamları tarafından soruşturulacağını belirtmiştir.Bu NATO tarafından niçin yapıldı . Türkiye 15 yıl içinde savunma sanayisinde %70 , %80 ne varan yerlilik oranına sahip oldu artık NATO ya karşı durabiliyoruz bazı durumlarda. Rusya ile yapılan S 400 uzun irtifa hava savunma füzeleridenin rolü çok büyük . Çünkü NATO ya olan savunma amaçlı ihtiyacımız yok . Yıllardır NATO dan talep edilen Patriot Hava Savunma Sistemlerini Ülkemizde Almanya Kuvvetleri yada başka bir NATO üyesi gelip kullanıyordu . Burda güç NATO oluyordu, kendi istekleri doğrultusunda kullanmaktaydı. Rusyadan Alınan S 400 Hava Savunma Sisteminde kendi yazılımlarımız ile dost- düşman ayrımı yapabileceğiz buda NATO yu rahatsız etmekte. Bu son yaşanan olayların bir sebebide budur . NATO ya bizim ihtiyacımız yoktur,NATO nun bize ihtiyacı vardır.Ülkemiz hem jeopolitik hemde jeostratejik açıdan çok önemlidir. NATO burda böyle bir müttefiği kaybetmek istemez ama bu son yaşananlar pekte böyle göstermiyor. Asıl önemli olan nokta bu saatten sonra NATO'nun Türkiye'ye karşı tutumu değil, Türkiye'nin NATO'ya karşı tutumudur.

ABDULKADİR ÖDEMİŞ-MERT ÖZDEMİR
GİRESUN ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ARAŞTIRMALAR TOPLULUĞU
YÖNETİM KURULU ÜYELERİ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER I.SINIF




        

3 Eylül 2017 Pazar

KERKÜK'ün ÖNEMİ \ ANALİZ\MÜRŞİDE GÜLMEZ

KERKÜK
Kerkük Irak’ın kuzey doğusunda  bir kent, aynı zamanda aynı adı taşıyan yönetim biriminin adıdır. Coğrafi alan olarak Musul’a 140 km, Bağdat’a ise 28 km mesafededir. Irak’taki Türk toplumunun en önemli kültür merkezlerinden biridir. Nüfusunun büyük çoğunluğunu Türkler oluşturur. Çevresindeki köylerle birlikte nüfusu 1.4 milyon; kent merkezinde ise 900.000 kişi yaşıyor. Kentte Türkmen, Arap ve Kürt nüfusu birlikte yaşıyor. Ancak Kürtler Kerkük’ün bir Kürt şehri olduğunu ileri sürüyor. Saddam Hüseyin döneminde kentte yoğun Kürt göçü yaşanmış. Uluslararası Af Örgütü, Kürt grupların kentteki diğer etnik grupları göçe zorladığını söylüyor. Şehir Asurlular tarafından kurulmuştur. XI. yüzyılda Selçuklu Türklerinin eline geçti. Timur, Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Safeviler bölgeye egemen oldular. 1515’te Osmanlı topraklarına katıldı. 1918’de İngilizlerin eline geçti. Lozan Antlaşması’nda Türk nüfusunun çoğunlukta olması nedeniyle Milletler Cemiyeti’nin kararına bırakıldıysada İngilizlerin baskısı sonucu Irak’a verildi. Kerkük misak-i milli sınırlarına dahil olmasına rağmen 5 Haziran 1926’da Ankara’da İngiltere, Irak, Türkiye arasında imzalanan “sınır ve iyi komşuluk ilkeleri” antlaşmasıyla İngiliz mandasındaki Irak Devleti’ne bırakıldı. 1927’de zengin petrol yatakları bulundu.1973’te Türkiye ile Irak arasında imzalanan bir anlaşma ile Kerkük-Yumurtalık arasında petrol boru hattı dört sene süreyle tamamlandı. 2 Ağustos 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesiyle başlayan Körfez Krizi üzerine BM’nin yaptığı ambargo ile Türkiye petrol boru hattı kapandı.
KERKÜK’ÜN STATÜSÜ
Amerika’nın inisiyatifiyle hazırlanan Irak Anayasası’nın 140. Maddesi, Kerkük’ün statüsünün bir referandumla belirleneceğini hükme bağlıyordu. Maddeye göre, Saddam Hüseyin döneminde Kerkük’ten zorla göç ettirilenler dönecek, ardından Kerkük’te nüfus sayımı yapılacak ve bu sayım esas alınarak Kerkük’ün statüsü için Aralık 2007’de referanduma gidilecekti. Ancak gerçeklemedi ve statüsü belirsiz kaldı. 7
TÜRKİYE’NİN KERKÜK POLİTİKASI NE?
Türkiye çoklu etnik yapısı nedeniyle Kerkük’te tek bir unsurun baskısının olmaması fikrini savunuyor. Kerkük’teki yoğun Türkmen nüfusu da Türkiye’nin önem verdiği konular arasında. Türkmenler, Türkiye’nin bölgeye dönük dış politikalarının önemli bir ayağını oluşturuyor.
Türkiye için hayati öneme sahip diğer bir nokta ise Kerkük-Ceyhan petrol boru hattıdır.1977’de akışın gerçekleştiği ve yıllık taşıma kapasitesi toplam 70,9 milyon olan boru hattı Irak petrolünü Türkiye’ye taşıyor.
KERKÜK’ÜN SİYASAL DURUMU
Kentin valiliğine 2011 yılında KYB’li bir Kürt olan Necmettin Kerim getirilmişti. 2005 yılında yapılan seçimlerde yine aynı nedenle il meclisinde Kürtler çoğunluğu elde etmiştir. 41 kişilik il meclisinin 26 üyesi Kürtler, 9’unu Türkmenler, 6’^sınıda Araplar oluşturuyor. Anlaşmazlık nedeniyle il meclis seçimi 2005’ten beri yenilenemiyor. Anayasaya göre Kerkük İl Meclisi bütçenin belirlenmesinden. İlin federal bir bölgeye dönüşmesini sağlayabilecek kararın ilk alınabileceği yer olmaya kadar birçok yetkiye sahip.
KRİZ
Vali Kerim, 14 Mart 2017’de Kerkük’teki tüm devlet kurumlarına Irak bayrağının yanı sıra Bölgesel Kürt Yönetimi bayrağının da asılması talimatını verdi. 28 Mart 2017’de Arap ve Türkmen üyelerinin boykot edildiği bir toplantıda. 26 Kürt üyenin oyuyla Kerkük İl Meclisi, Kerkük Valisi’nin bu kararını onayladı. Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanlığı yazılı bir açıklama (28 Mart 2017)  ile Irak Meclisi’nin kararının Irak Anayasası kararına aykırı olduğunu vurguladı ve sağduyu çağrısı yaşandı.
Bayrak krizinden öncede petrol krizi yaşanmaktaydı. Kentte petrol gelirlerinin paylaşımı ve petrolün nasıl ihraç edileceğiyle ilgili tartışmalar hiç bitmiyor. Ortadoğu uzmanı Serhat Erkmen’in de AA’na yaptığı bir analizde belirttiği gibi üretim, işleme ve dağıtım aşamalarının her birinde yoğun bir karaborsa ve kuraldışı uygulamalar mevcut.
Mart başında KYB’ye bağlı peşmerge güçleri, Bağdat yönetiminin denetimindeki Kuzey Petrol Şirketi’ne baskın düzenlendi ve petrol akışı durduruldu. KYB peşmergeleri Bağdat’tan bölgede yeni bir refineri inşa etmesini istedi. Zira mevcut refineriler KDP’nin elinde. Bağdat’taki Petrol Bakanı Cebbar Lueybi ise Kerkük’teki petrol refinerisinin kapasitesinin 10.000 varil arttırıldığını söyledi.
KRİZ DENGESİ
Irak’taki bütün Kürt gruplar, Kerkük’ün tamamıyla Bağdat denetiminden çıkmasını ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne bağlanmasını istiyor. Barzani’nin, Kürdistan’ın bağımsızlığı için referanduma hazırlanma emri vermesi, bunu sürekli gündemde tutması, diğer partiler arasındaki anlaşmazlığın yanı sıra, KDP ile PKK arasında Kuzey Irak’taki Sincar bölgesinin konrtolü için zaman zaman şiddetlenen çatışmalar yaşanıyor.
Ayrıca, IŞİD’in bölgeye gelişi ve merkezi ordunun çekilmesinden sonra KDP’nin etki alanı ve fiili olarak kontrol ettiği bölgeler genişledi. Bu genişlemeyi dengelemek için en önemli koz Kerkük…
İki Kürt grubu, KDP ve KYB arasındaki iktidar mücadelesi ve ekonomik çıkar çekişmesi kızışırken, kentte yaşayan silahlı gücü olmayan Türkmenler ve Araplar ise Kerkük’le tek taraflı IKBY bayrağının asılmasına karşı çıkıyorlar. Bütün bunlar kenti, uzun ve daha derin yeni krizlere ve çatışmalara sürükleyebilir.
KERKÜK ve TÜRKMENELİ’NDE YAŞANAN BAZI OLAYLAR
-Kerkük’e yerleşmek isteyen Kürtlere ciddi maddi yaptırım yapılmaktadır.
-Devler dairelerinin çoğunda farklı şehirlerden getirilen işle ilgisi ve eğitimi olmayan Kürt müdürler atanmaktadır. Devlet dairelerinde Türkmenlere  sürekli güçlük çıkartılmaktadır. Kürt polis ve askerler(peşmergeler)e birkaç maaş bağlanmaktadır.
-Kerkük’te bulunan devlet binalarına ‘göçmen’ adı verilen Kürtler yerleştirilmekte ve bunlara aylık düzenli maaş verilerek göçe teşvik edilmiştir.
-Türkmenlerin mallarını ele geçirilmek ve fidye istemek için kaçırılma durumu sıkça yaşanmaktadır.
-Türkmenleri iş yerlerine yönelik baskı ve yıldırma politikaları uygulanmakta, zaman zaman şiddete varan baskı ve yağmalamalarla kapatmalarını sağlamaktadırlar.
-Gece yarısından sonra Türkmenlere ait evde aramalar yapılmakta, kişiler seçilip meçhul yerlere götürülüyor ve sonrasında haber almak mümkün olmuyor.
-Kerkük’te Türkmenler en temek haklarından yoksun bırakılmaktadır.
-Dünyanın gözü önünde Kürtler kanunsuz nüfus kaydırması yapıyor(Bugün Kerkük’te ithal Kürtlerin sayısı 600.000i aşmıştır. Kürtler yoğun bir şekilde Kerkük’e göç ederek etnik nüfus yapısı ile oynamaktadır.).
Kaynak:Al Jazeera, 21.yy Türkiye Enstitüsü

MÜRŞİDE GÜLMEZ
GİRESUN ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ARAŞTIR
MALAR TOP.
YÖN. KURULU ÜYESİ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ



TÜRKİYE ALMANYA GERGİNLİĞİ \ ANALİZ\YASEMİN AYDIN

TÜRKİYE ALMANYA GERGİNLİĞİ
20 yy. başlarında Almanya –Türkiye ilişkileri Birinci Dünya savaşı ile tam bir stratejik ortaklığa dönüşmüştür. Yıllardır müttefik olan iki ülkenin yaşananlardan dolayı arası açılmıştır.
Peki son zamanlarda neler yaşandı?
Türkiye ile Almanya’nın arasını açan önemli olaylara bakarsak bunları 5 başlık altında toplayabiliriz.
1)TUTUKLAMALAR
İki ülke arasında bu kriz şubat ayında Alman Die Welt gazetesinin muhabiri Deniz Yücel’in tutuklanmasıyla başlamıştır.Yücel önce gözaltına alınmış sonrada örgüt propagandası ve halkı kin ve nefret suçlamasıyla tutuklanmıştır
Yücel’in ardından Temmuz bir başka Alman vatandaşı insan hakları Steudtner tutuklandı. Büyükada’daki bir toplantı sırasında gözaltına alınan Steundtner ‘e silahlı terör örgütüne yardım etmek suçlaması yöneltildi.
2) İNCİRLİK KRİZİ VE ALMANYA’NIN ASKER ÇEKMESİ
Türkiye mayıs ayında Almanya’nın 15 Temmuz darbe girişimini desteklediği öne sürülen bazı asker diplomat ve yargı mensubuna siyasi sığınma vermesi üzerinde milletvekillerinin Adana ‘da bulunan İncirlik Hava Üssü’nü ziyaretine izin vermedi. Bu gelişme üzerinde Almanya İncirlik’te bulunan askerlerini geri çekmeye ve Ürdün’e konuşlandırmaya karar verdi.
İncirlik Üssü Ne Zaman Kuruldu ve Yasal Statüsü Nedir?
İncirlik Hava Üssü Adana ili sınırları içerinde, şehir merkezine yaklaşık 13 km mesafede bulunuyor. İnşasına Türkiye’nin NATO üyeliğinde bir yıl önce, 1951 yılında ABD Mühendislik Grubu olarak isimlendirilen bir ekip tarafından başlanan üs 1954’te açıldı.
İlk olarak ABD kuvvetlerinin olağanüstü durumlarda konuşlanma orta ve yüksek yoğunluktaki bombardımanlarda yer alan savaş uçaklarının bakımının yapılması amacıyla kullanılması öngörülüyordu.
Ancak 1980li yılların ardından üste önemli iyileştirmeler yapıldı burada düzenlenen askeri operasyonlar NATO kapsamında olduğu durumlarda bu üsse başka ülke askerleri de konuşlandırılıyor.
Üste bir TÜRK birliği de yer alırken, sivillerin yaptığı bazı işler için Türkiye vatandaşları da istihdam ediliyor.
İncirlik üssü, askerlerin ailelerinde eklendiğinde binlerce kişilik bir nüfusu barındırıyor. Üssün içinde pist, eğitim alanı ve komuta merkezi gibi askeri alanların yanı sıra burada görev yapan subayları konutları da yer alıyor.
Ayrıca tesisin içinde ABD’ li zincir restoranlar, Amerikan mallarını satıldığı büyük süpermarketler, basketbol ve beyzbol sahaları gibi tesisler yer alıyor.
Bu alanın hukuki statüsüyle ilgili bugüne kadar beş uluslararası anlaşma yapıldı.
Şuanda geçerli olan ABD ile Türkiye’nin 1980 yılında imzaladığı “Savunma ve Ekonomik İşbirliği ”Anlaşması (SEİA) dır.
İncirlik Hava Üssün’ de ABD ‘ nin yanı sıra Almanya ve Hollanda gibi diğer bazı NATO üyelerin de askerleri görev yapıyor. Almanya’nın İncirlik Üssün’ de konuşlu 200den fazla askeri bulunuyor bu askerler Tornado Jetlerinin Suriye’de gözetim görevlerinde ve İŞİD karşıtı koalisyonun uçaklarına yakıt dolumundan sorumludur.
İncirlik üssü bir yandan ABD ile Türkiye’nin müttefiklik ilişkilerinde en önemli unsurlarından biri olurken, diğer yandan da her iki ülkenin birbirine karşı diplomatik pazarlıklarda kullandığı en önemli kozları arasında yer alıyor.
ABD, 1970’li yılların ortasında Türkiye’ye silah ambargosu uygulamaya karar verdiğinde Ankara’da buna incirlikle yanıtını verdi. Türkiye sınırları içinde ABD’nin kullanımındaki üstlerini kapattı ve bunların kontrolünü TSK’ ya devretti. Bu dönemde ABD Kongresi’ nin Eylül 1978’ de Türkiye’ ye uyguladığı ambargoyu kaldırması ve askeri yardımlar yeniden tahsis edilmesi üzerine üs de normal faaliyetlerine geri döndü.
Üs, 1990-1991 yıllarındaki Birinci Körfez savaşın’ da ABD güçleri için kritik bir rol oynadı. Körfez savaşı sırasında, İncirlikte Saddam Hüseyin’ in elindeki Scud füzelerine karşı Patriot hava savunma sistemi kuruldu.
Türkiye’ de” Çekiç Güç “ olarak bilinen bu birliğin desteklediği Huzuru Temin Harekâtı, birçokları tarafından hem Kuzey Irak’ ta fiili özerk Kürt bölgesinin oluşması hem de 1990’lı yıllarda Pkk’ nın güç kazanmasının nedenleri arasında gösterildi.
O dönemde hükümete yakın bazı basın organlarında darbe girişiminin İncirlikte planlandığı ve ABD destekli olduğu yönünde iddiaları ortaya atılmıştır. Türkiye’de böyle bir üssün varlığı bu gibi tartışmalara neden olmuştur.
Her ne kadar NATO savunma planları kapsamında kullanılması öngörülse de, bu hava üssü bugüne kadar ağırlıklı olarak ABD’ nin askeri operasyonlarında önemli rol üstlendi. Bu operasyonlar önemli bir kısmı, NATO planları kapsamında olmamasından dolayı esasen uluslararası antlaşmaların da ihlal edildiği anlamına geliyor.
1958 yılında Başkan Eisenhower’ in talimatıyla Lübnan krizine müdahale için bu üsse savaş uçakları konuşlandı.
Soğuk Savaş döneminde ağırlıklı olarak istihbarat ve caydırıcılık amacıyla faaliyet gösteren üs SSCB’ nin yıkılmasının ardından ABD askeri operasyonlarında önemli rol üstlendi.
Birinci Körfez Savaşı’ nda Kuzey Irak ‘taki Amerika birliklerine hava desteği buradan gönderilirken, 2003 yılındaki Irak işgali sırasında ise hazırlanan tezkerenin TBMM tarafından reddedilmesi nedeniyle sadece lojistik destek amacıyla kullanılabildi.
ABD, 2014 yılında İŞİD ‘e karşı hava operasyonlarına başladı ve Temmuz 2015’te Türkiye bu harekât kapsamında İncirlik Üssü’ nün kullanılmasına izin verildi. İncirlik üssü bu zamana kadar bu askeri operasyonlarda kullanıldı.
İncirlik üssü ABD için çok önemlidir. Çünkü Ortadoğu ‘daki gelişmeler, bu üssün stratejik önemin hızla yeniden kazanmasına neden oldu. İncirlik şu anda İŞİD’ le mücadele kapsamında düzenlenen operasyonlar açısından en stratejik yerlerden birisidir. Özellikle coğrafi konumu ve yerleşik düzeniyle ABD’ ye Ortadoğu bölgesindeki operasyonları için maliyet ve zaman açısından önemli avantajlar sunmaktadır.
3)Almanya’nın İltica Taleplerine Olumlu Yanıt Vermesi
Türkiye, Almanya’ nın hükümetin 15 Temmuz darbe girişiminden sorumlu tuttuğu Fethullah Gülen Cemaati ile bağlantılı olduğundan kuşkulanılan kişilerin iltica taleplerine olumlu yanıt verilmesine tepki gösteriyor.
Almanya’nın kaç kişiye sığınma hakkı tanıdığı ve bu kişilerin kimler olduğu bilinmiyor. Fakat o dönemde Alman basını diplomatik pasaporta sahip Türk vatandaşlarının iltica taleplerine olumlu yanıt verildiğini bildirmiştir. İltica başvurularının 15 Temmuz 2016’daki başarısız darbe girişiminin ardında yapıldığı söz konusu olmuştur.
4)Türkiye’ nin Almanya’ nın Casusluk Faaliyetlerine ilişkin İddialar
Almanya kendi sınırları içinde yaşayan ve Fethullah Gülen Cemaati ile bağlantılı olduğundan şüphelenilen kişilere karşı casusluk faaliyeti yürüttüğü gerekçesiyle Türkiye’ yi suçladı.
Almanya Federal Başsavcılığı MİT’ in bu kadar kapsamlı bir listeyi nasıl oluşturduğu ve böylesine bir istihbarat nasıl topladığının araştırıldığını söyledi. Şubat 2017‘ de Alman polisi bir eve baskın düzenlemiş ve Türkiye adına casusluk faaliyetleri yürüttüğü gerekçesiyle dört kişiyi gözaltına almıştı.
5)Toplantı İptalleri Nazi Benzetmesi
Almanya’ da bazı eyaletler 16 Nisan referandum öncesinde Türk bakanların yapması planlanan toplantıları iptal etti. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu kararların “geçmişteki Nazi uygulamalarında farklı olmadığını” belirtti.
Almanya Başbakanı Merkel ise Erdoğan’ın bu sözlerine, “ Bu tür benzetmeler sadece Nazileri insanlığa karşı işlediği suçları önemsizleştirmeye yarar” diyerek tepkisini ortaya koydu. Türkiye-Almanya gerginliğine sebep olan ara unsurlar bunlardır. Yıllardır birbiri ile müttefik olan iki ülke arasında artık buzların erimesine neden olacak bir durum yoktur aksine gün geçtikçe aralarındaki gerginlik artmaktadır.
Son olarak ise,
Almanya Türkiye arasında yaşanan gerginliğe ilişkin değerlendirmelerde bulunan Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB ) üyeliğine ilişkin bir açıklamada bulunmuş;
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yönetimi devam ettiği sürece Türkiye’nin asla Avrupa birliğine üyesi olmayacağı söylemişti. Bunun üzerine Berlin’de “Hükümetin Açık Kapı Günü” kapsamında düzenlenen toplantıda konuşan Gabriel, Türkiye’nin AB tam üyelik müzakerelerine son verilmemesi gerektiği konusunda uyarıda bulunmuş ve Erdoğan bu beklediğin ifade etmiştir.
Bu durumda Erdoğan, “Avrupa’ nın Türkiye’ye sırtını döndüğüne dair güçlü bir kanıt elde etmiş olur “dedi ve Erdoğan’ın “Bakın bizi istemiyorlar” diyeceğinide sözlerini eklemiştir.

YASEMİN AYDIN
GİRESUN ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ARAŞTRIMALAR TOP.
YÖN. KURULU ÜYESİ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ

Ortadoğu ve Petroller

Ortadoğu'nun jeopolitik ve jeostratejik önemi, bölgede bulunan petrol ve doğal gaz kaynakları, devletlerin güç ve rekabet mücadeleler...