İslamofobi artık Müslümanlara
yönelik sadece retorik düzeyde bir nefret söylemi olma eşiğini çoktan aştı ve
okul, iş yeri, cami, toplu taşıma araçları ve sokakta Müslümanlara yönelik
fiziki saldırılarda kendini gösteren somut bir düşmanlık halini aldı. Yabancı korkusu ve İslamofobi
birbirinden bağımsız olarak analiz edilemeyeceği gibi her ikisi de göç olgusu
ile ortaya çıkan kavramlardır. Avrupa’da özellikle 1970‟lerle birlikte önyargı
temelli olarak ortaya çıkan bu iki kavramın tezahürü göçün negatif göstergesi
olarak karşımıza çıkmaktadır. Küresel ölçekte göç gerçeğinin ve aktörlerinin ‘’kabul
görme algısı‟ idealize edilmesine rağmen günümüzde Avrupa’nın göç eden ve
göçmen kökenli olanlar ile birlikte yaşama kültüründe problem olduğu göze
çarpmaktadır. Zira göç eden ve göçmen kökenli olanların ‘’öteki‟ olarak karşılanması
tehdit unsuru ile paralel algılanmakta ve ötekinin bir güvenlik problemi
doğuruyor düşüncesi yabancı korkusunu tetikleyen temellerin başında gelmektedir.
Yabancı korkusu ise pratik yaşamda yabancı düşmanlığı şeklinde radikalleşirken
islamofobi de benzer şekilde yabancı korkusunun bir türü olarak karşımıza
çıkmaktadır.
İslam’ın
ortaya çıkışından itibaren tarihin, Doğu ve Batı ya da Müslüman Dünyası ve
Hıristiyan Dünyası (Christendom) olarak kurgulanan iki dünya arasında askeri,
siyasi, ekonomik, dini ve sosyo-kültürel çekişmelere sahne olduğu bir
gerçektir. Bu çekişmelerin tarihten gelen korkuları sürekli diri tutma ve yeni
şartlar altında yeni korkuların ortaya çıkması noktasında önemli bir etkiye
sahip olduğu söylenebilir. Günümüzde ise gerek tarihten gelen korkuların ve
gerekse son yıllarda, gerekçesi ne olursa olsun, yaşanan terör olaylarının
demokrasi ve insan haklarının beşiği olarak kabul edilen Batı dünyasında
Müslümanlara karşı var olan ön yargıları iyice pekiştirdiğini ve gün yüzüne
çıkardığını gözlemekteyiz. Bu ön yargıları besleyen bir başka unsur da
Müslümanların kendi dünya görüşü ve geleneksel yaşam tarzlarıyla artık Batı
toplumlarının sosyal yapıları içinde kendilerine rol edinme çabalarıdır. Yükselen İslamofobi'nin Avrupa Kimliğine Etkisi,
inşacı yaklaşım ile Hristiyan ve Müslüman kimliği arasındaki ihtilaf sürecini
açıklamaya çalışmıştır. İslamofobi algısını oluşturan dinamikler kapsamında
karşıt kimliklerin nasıl oluştuğu ile çok kültürlü yapının ve çok kültürcü
politikaların kolektif kimliğe etkisi irdelenmiştir. 1960'lı yıllardan itibaren
sanayi alanındaki atılımlarla ekonomik ve sosyal kalkınmayı başarılı bir
şekilde gerçekleştiren Avrupa Birliği ülkelerinde fabrikalarda çalışacak iş
gücüne ihtiyaç duyulmaya başlamıştır. Bu yıllarda ülkelerine göçmen gelmesine
izin veren, hatta bunu özel programlarla da teşvik eden AB ülkeleri, 90'ların
sonuna doğru katı bir sınır kontrolü politikası gütmeye başlamış ve göçmenlerin
ülkelerine girmesini engellemeye çalışmıştır. Bu politikalar zamanla kamuoyuna
yabancı düşmanlığı şeklinde tezahür etmiş özellikle sağ muhafazakar partilerin
popülist propagandalarına malzeme edilmiştir. Bu propagandaların önemli bir
kısmı İslam karşıtlığı üzerinden yürütülmüştür. Bu da bizi şu gerçeğe
götürmektedir: Kimliğin ve kültürün inşası için yaşanmış bir tarih duygusunun,
ortak toplumsal belleğin ve geleneklerin, sürekli canlı tutulması gerekir.
Kolektif belleğin oluşmasında biz ve öteki kavramlarının canlı tutulabilmesi,
içerme ve dışlama koşullarının sürekliliği çok önemlidir. Ancak AB'nin, içinde
barındırdığı çeşitli ulus devletler, farklı kültürler ve dinler, kolektif
kimliğin ya da başka bir deyişle bir üst Avrupa kimliğinin oluşumundaki
engellerden sadece birkaçıdır. Ortak bir üst kimlik yerine farklı kimliklerin
kültürlerini ötekileştirmeyen farklı bir kavram da ortaya atılmıştır: Çok kültürlülük.
Bir zamanlar karşılıklı anlayış çerçevesinde geliştirilmiş olan bu kavram,
sonraları devam ettirilememiş, ülkelerin sırasıyla, kavramın iflas ettiğini
açıklamasına neden olmuştur. İçerideki farklılıkların yanı sıra dış
dinamiklerin de çok kültürlü yapının iflasına zemin hazırladığı bir gerçektir. 11
Eylül’de Dünya Ticaret Merkezi’ne ve Pentagon’a yapılan terörist saldırılarla
birlikte, batıda 1980’lerden bu tarafa genel olarak Müslümanlar ve özelde ise
İslami köktencilik ve İslami hareketlere yönelik derinden derine gelişen
tedirginlik, kuşku ve güvensizliğin yerini açık bir Islamophobia (İslam
fobisi) ya da Halliday’in deyimiyle “Müslüman
karşıtlığına bıraktığı gözlemlenmektedir Müslümanlara ve İslami hareketlere
karşı kıta Avrupası’nda, İngiltere’de ve Amerika Birleşik Devletleri’nde
gelişen bu tarihte eşine az rastlanır kuşku ve husumetin önde gelen sebeplerinin
başında Batı medyasının İslami ve Müslümanları, terörle, terörizmimle,
fanatiklik ya da radikallikle çok sık ve bilinçli olarak yan yana hatta iç içe göstermesi gelmektedir. Bu konuda gerek görsel
gerekse yazılı medya organları sorumsuz ve önyargılı davranabiliyorlar. Fox, CCN,
BBC gibi dünyanın dört bir yanını bir ahtapot gibi sarmış devasa medya
kuruluşlarının bu konuda son derece duyarsız ve hatta yanlı davranmasının payı
da ihmal edilemeyecek derecede büyüktür. 11
Eylül saldırılarından sonra İslam'ın terörizm ile birlikte anılmaya başlamasıyla
AB içerisindeki Müslüman kimlik ötekileştirilmeye, bir düşman olarak görülmeye
başlamıştır. AB üyesi ülkeler son yıllarda her ne kadar sınır kontrollerini
katılaştırsalar da kaçak yollardan gelen göçmenlere engel olamamaktadır.
Aslında göçmenlerin yasal yollar dışında AB ülkelerine gelmeleri, bu grubun
insan hakları ve işçi hakları sözleşmelerinden mahrum kalmasına neden olmuştur.
Aslında güvencesi olmayan ucuz iş gücü, küreselleşmenin ve kapitalist ekonomik
sistemin çok da karşı çıkmadığı bir durumdur. Fakat yine de bu durum, sağ
muhafazakar partilerin; göçmenleri, popülist söylemlerine malzeme etmesine,
ırkçılığın ve milliyetçiliğin yükselmesine engel olamamıştır.
2015 raporunun açıklanmasından bugüne kadar geçen
süre zarfında İslamofobi ile mücadelede çok az ilerleme kaydedildi. 2016 ülke
raporları dikkatle incelendiğinde Avrupa’da demokrasi ve insan haklarının gün
geçtikçe daha da kötüye gittiği görülüyor. İslamofobi, Avrupa’daki
Müslümanların özellikle gündelik yaşamlarında daha da görünür hale geldi. Bugün
gelinen noktada İslamofobi artık Müslümanlara yönelik sadece retorik düzeyde
bir nefret söylemi olma eşiğini çoktan aştı ve okul, iş yeri, cami, toplu
taşıma araçları ve sokakta Müslümanlara yönelik fiziki saldırılarda kendini
gösteren somut bir düşmanlık halini aldı.
Merve UYSAL
GİRESUN ÜNİVERSİTESİ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ
GİSAT YÖN. KUR. BAŞKAN YRD.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder